‘Zenginlik nedir’ diye sorulduğunda pek çoğumuz sahip olduklarımızdan bahsediyoruz.
İyi bir araban, güzel bi evin varsa, eşyaların son modaysa, ne bileyim, kıyafetlerin bilmem ne markaysa tamam zenginsin gibi bir algıyla hareket ediyoruz.
Oysa bunun çok ötesinde bir zenginlik tanımı var bence; ‘sahip olmak’ değil, ‘şahit olmak..’ Yani deneyimlemek, yaşamak, keyfine varmak, tadını çıkarmak.
Araban var, tamam, ama o arabayla ailece gezmenin görmenin tadına varamıyorsan ne anlamı var?
Evin geniş ve güzel olabilir de; içini sohbetler, kahkahalar, keyifli anlar doldurmuyorsa yine de adına ‘yuva’ denir mi?
Yemek masasına koyduğun çeşit çeşit yiyeceklerle mi olur zenginlik; yoksa o yiyecekleri yiyebilecek sağlık ve beraber yediğin ailenle mi?
Bence ikincisi. 14 yıllık evliliğimizde arabamızın olduğu dönemler de oldu, olmadığı dönemler de. Eski bir Uno’ya bindiğimiz de oldu, Mercedes’e bindiğimiz de.
90 metrekare evde de oturduk, 150 metrekarede de. Ay sonunu nasıl getireceğiz dediğimiz de oldu, rahatlık içinde ayı bitirdiğimiz de.
Birikim yaptığımız dönemler de oldu, tüm birikimimizi kaybettiğimiz de… Varlığı da, yokluğu da gördük. Ama çok şükür şikayetçi olmadık hiç.
Çünkü varın da, yoğun da tadını çıkarmaya niyetliydik. Geçen bir arkadaş, ‘Senin ilk evin ne küçüktü, iyi sığmıştı bu eşyalar’ dedi. Öyle miydi, küçük müydü gerçekten dedim, şaşırdım bir an :))
Çünkü insanın yüreği ferahsa, küçücük metrekareler bile geniş gelebiliyor. Rabbim hepimize mal mülk de versin tabii; ama ondan önce ‘şahit olabilecek’ kalpler versin derim ben.
Şahit olamadan, sahip olmanın tadı çıkmıyor zira…
Hatice Kübra Tongar