-” Ben artık okumak istemiyorum.”
-“Okumak bana göre değil.”
-” Liseden sonra bir işe girip çalışacağım.”
– “Herkes okumak zorunda mı?”
– “Bu ülkenin marangoza da, sanayiciye de, iş insanına da, işçiye de ihtiyacı var…”
diyen bir öğrencinin içinde büyük yarası var demektir.
Okul, eğitim, kitap, ders konusunda çocukluk çağında ruh dünyasında açılmış derin çukurlar var gibi.
Ki bunların büyük bölümü ebeveyn-çocuk ilişkisi, aile ortamı-çocuk iletişimi gibi nedenlere dayalı olduğu kabul edilir.
Çocuğun bu halinin bazen; her ne kadar okul ve öğretmen ilişkisinden kaynaklanan tarafı var olduğu söylense dahi, buna tam olarak katılmamız zor.
Bu, eğitim ortamının bu çocukta negatif tesiri yoktur, demek değildir.
Annenin babanın bu konudaki asıl görevi, nereden, hangi ortamdan almış olursa oldun, çocuğun “yaralarını” iyileştirmektir.
Ve bu işlemi, onlardan başka yapacak süreli güç var mı, bilemiyoruz.
Yukarıdaki serzenişlerle; okumaktan, öğrenmekten, eğitim almaktan adeta nefret eden çocuğun bu hali, asla onun mizacı değildir, kusurumuza bakmayın.
Zira yeryüzüne; öğrenme hissi olmayan, anlama çabası olmayan, okumaya bilmeye karşı “takıntısı” olan bir insanın teşrif ettiğini zinhar kabul edemeyiz.
Tam aksine, ilerlemiş yalına rağmen hala eğitim alan, okuyan, öğrenen, yazan…o kadar çok insan var ki…
Çocuk sürekli öğrenme, anlama, bilme programıyla donatılmış olarak ailelerinin kucağına gelip oturur.
Herhangi bir hastalığı olmayıp boş boş oturan, koyulduğu yerde duran, hiç bir objeye, insana olumlu ya da olumsuz tepki veren çocuk yoktur.
İşte ondaki bu hevesin, yaşamının bazı basamaklarında kırılmış olduğu sıklıkla ve bir çok çocukta görülebilir.
O zaman onu, o hali üzerine mi bırakmak gerekir?
Sonuç olarak; çocuklarınızdan belirli yaşlarda baştakine benzer tepkiler, yakınmalar aldığınızda, adeta bir atmaca gibi bu durumu düzeltmek için gerekeni yapmalısınız.
Her ailenin ve ülkenin;
– İyi eğitim almış marangoza,
– İyi eğitim almış işçiye,
– İyi eğitim almış iş insanına…ihtiyacı vardır.
Dr. Yaşar Kuru