Çocuğun her zaman;
– Zararsız olanı değil,
çoğunlukla yaramaz olanı makbuldür.
– Sürekli sakin ve sükunet halinde olanı değil,
genellikle hareketli ve kıpır kıpır olanı geçerlidir.
– Sus pus olanı değil;
çoğunlukla çenesi düşük olanı tercih edilir.
– Her zaman laftan anlayanı değil,
haklı olduğunda lafını esirgemeyeni makbuldür.
– Her zaman uyumlu ve geçimli olanı değil, bazen patavatsız olanı geçerlidir.
Çünkü;
İlk örneklerdeki çocuk tipi, ileriki gelişim dönemlerinde sorun yaratma ve aileye sorun yaşatma olanağı çok yüksek olan çocuk tipidir.
İkinci tipteki, yani makbul ve geçerli olarak nitelemeye çalıştığımız çocuk tipi ise, ergenlik sonrası dönemlerde “aranan” çocuk tipi olma olasılığı çok yüksek çocuk tipidir.
Neden?
Zira, ilk şıklardaki çocuk tipi, ”yaşanamamış” çocukluğu, simgeler, yansıtır ve devamlı bir “çocukluk özlemi” içinde olan çocuğu çağırıştırır.
Çocuk bu özlemini, yani yaramazlığını, uyumsuzluğunu, patavatsızlığını, laftan anlamazlığını, geçimsizliğini ergenlik sonrası gelişim dönemlerinde de sürdürme ihtiyacı içinde olabilir.
Mesela;
Çevremizde, yetişkin olduğu halde, çoluk çocuğa karıştığı halde, hala çocuksu halleri olan, hala yetişkinlik ve olgunluk dönemi belirtileri pek gösteremeyen “çocuksu” yetişkinler görebiliyoruz.
Bunlar genellikle eşlerine ve çocuklarına da hayatı çekilmez kılabilir.
İşte onların bu halleri, ellerinde olmayan durumdan kaynaklanır çokçası.
Sonuç olarak;
Çocuklarımızın çocuklukları da, yetişkinlik halleri de çoğunlukla biz annelerin babaların çocuk yetiştirme konusunda bilemeden yaptığımız hatalı tercihlerimizin “eseri” olabiliyor.
Yani, çocuklarımızın “alın yazılarını” yazmak, bir ölçüde bizim elimizde olmuş oluyor.
Onlara sadece, kendileri için biçtiğimiz rolün gereğini yapmak düşüyor, denebilir.
Ve bu çözümsüzlük, aileden birilerinin zincirin halkasını kopardığı güne kadar, insanlık yaşamında tekrarlanır durur.