İç hastalıkları uzmanı olarak, Tokat / Niksar Devlet Hastanesinde mecburi hizmete başlamıştım.
Bir gün seksen yaşlarında bir dede baş ağrısı şikayetiyle polikliniğe başvurdu. Tansiyonunu ölçtüğümde, 220/120 mm/hg olarak tespit ettim.
O günkü bilgilerim ile hemen kan kolesterolü ve trigliserid ölçümünü yaptım. Sonuç beklediğimiz gibi yüksekti.
Dedemiz ile beslenme konusunda o günkü bilgilerimiz(!) doğrultusunda, tuzsuz yemesini, tereyağ ve katı margarin yağlardan uzak kalmasını tavsiye ettim.
Dedemiz şaşkınlıkla yüzüme baktı ve masamın üzerini toplamamı istedi ve bilek güreşi için kolunu masaya koydu.
Bir anda hipnoz olmuş gibi, bilek güreşine tutuştuk. Dede bileğimi tutar tutmaz masaya yapıştırdı. 27 yaşındaki genç bir doktor 80 yaşındaki bir dedeye yenilmenin şaşkınlığı ile sordum;
Peki dede, ben ne yiyeyim dedim?
Dedenin cevabı hazırdı…
“Tereyağ ye” evladım.
O zaman ki bilgilerimiz bu kadardı…
Hipertansiyonu, kolesterol ve trigliserid yüksekliklerini hastalığın kendisi olarak görüyordum.
Bunların bir hastalık değil, metabolik sorunlara ve enflamasyona karşı vücudumuzun geliştirdiği koruyucu mekanizma olduğunu anlayabilmek için onbeş sene geçmesi gerekecekti.
Ancak ne yazık ki modern tıp endüstrisi hala sonuçları hastalık olarak kabul etmekte ve belirtileri ortadan kaldırmak için avuçlar dolusu ilaç sunmaya devam etmektedir.
İç Hastalıkları Uzmanı – Ahmet Murat Balanlı