Demir’le oturmuş maket uçağımızı boyuyorduk.
Birden gözüme dondurma şeklindeki silgileri takıldı ve yıllar yıllar öncesine gittim.
Altı yedi yaşlarındaydım sanırım.
Ya ilkokul ikinci ya da üçüncü sınıf öğrencisiydim.
Kırtasiyede bir silgiyi çok beğenmiştim ama silgin bitince alırız demişlerdi.
Hani yeşil silgiler vardı ya eskiden. Hiç güzel silmezdi, iz bırakırdı. Hatta silerken bazen kağıdı bile yırtardı. İşte benim onlardan vardı.
Oysa ben yumuşacık beyaz silgilerden istiyordum ama önümdeki tek engel o yeşil silgiydi ve bitmesi gerekiyordu.
Peki nasıl bitecek bu silgi?
Elbette ki silerek.
Amacım belliydi silgiyi bitirecektim.
Bir gün derste önümdeki kağıdı önce karalamaya sonra da silmeye başladım.
Karalıyordum, siliyordum sonra yeniden karalıyor yine siliyordum!
Azmetmiştim o yeşil silgi bitecek, beyaz yumuşak silgim olacaktı.
O hırsla yanıma gelen ve beni izleyen öğretmenimi hiç fark etmemişim.
Öğretmeni fark ettiğimde çok geçti.
Göz göze geldik ve yanağıma bir tokat indirdi ki acısı bugün yine aklıma düştü.
Aradan geçmiş otuz iki yıl!
Bir sor neden karalıyorum. Bir davranışımın nedenine odaklan.
Patlat bir tane sussun.
Okuma yazmayı bana o öğretmenim öğretti.
Bir kelime öğretenin kırk yıl kölesi oluyoruz evet ama bir dayağın da kırk yıl acısını çektiğimizi işte tam bugün fark ettim.
Şimdi silgiye pek de ihtiyacı olmayan oğlumun dondurmalı, arabalı, hamburgerli daha birçok farklı şekil ve desende silgisi var.
Kim bilir belki bilinç altım ona silgi alarak onu korumaya çalışıyordur ne dersiniz?
Doç. Dr. Saniye Bencik Kangal