Hediye almak için her gün yeni bir şeylerin üretildiği ve kapitalizme alet olduğumuz şu günlerde en büyük hediyenin ne olabileceğini düşünmeye başladım.
Hemen her münasebetle herkes birbirinden hediye bekler oldu.
Özellikle de eşler…
Tanışma günü, buluşma günü, sevgililer günü, evlilik yıl dönümü, doğum günü derken, hediye seçmek, hediye almak işkenceye dönüşmeye başladı…
Zamanımızın bir bölümü ne alacağımızı düşünmekle sonrasında ecel terleri dökerek hediye seçmekle, büyük bir kısmı hediyeler için para kazanmakla, daha fazlası beğenilmeyen hediyelerin oluşturduğu hayal kırıklıklarını gidermekle ve alınan ama beğenilmeyen hediyeleri “Acaba değiştirsem mi, satıcı kabul eder mi, hediyeyi alan kişi hediyeyi değiştirirsem üzülür mü?” diyerek geçiyor.
Yaşıyoruz işte, günlük telaşların içinde, günlük koşturmacalarla…
Belki bir kitabı okuyup tamamlayacak kadar bir daha fazla zamanımızı özel günleri hatırlamaya ve ritüellerini gerçekleştirmeye çalışmakla har vurup harman savuruyoruz…
Hediyeleşmek çok güzel bir âdet olmakla birlikte, zamanın beklentileri ve insanların madde üzerinden kendi değerlerini yorumladığı şu zamanda, hediyeleşmenin güzelliği gerilerde kalırken, işkenceye dönüşmesi kısmı ön plana geçti…
“Hediyenin büyüğü-küçüğü olmaz!” diyoruz, ama çoğunlukla hediye verecek tarafsak böyle düşünüyoruz.
Aynı hediyeyi alan tarafsak eğer, maddi değeri küçük bir hediyeyi kendimize yapılmış bir “değersizleştirme” olarak algılıyoruz.
Çoğu zaman bunu böyle söylemesek de içimizden böyle hissediyoruz…
Zaten düşük olan öz saygımız yerinden oynuyor ve “Bana bunu mu layık gördün?” diyoruz…
Hediye almak mı, almamak mı; hediye almayı bir mecburiyet olarak hissederek almak mı, yoksa gönülden geçen zamanda gönülden geçtiği kadarıyla almak mı iyidir?
Her birimiz kendi gerçekliğimizde bunu düşünmemiz lazım bence…
Bugün insanını memnun edebilmek zor!
Her hediyeleşme döneminde çıtanın biraz daha yükseldiğini düşününce, erkeklerin uykuları kaçıyor.
Kadınların işi biraz daha kolay, çünkü onlar varlıklarını bir hediye gibi göstermede daha becerikliler.
Aynen erkeklerin hediye almak istemediklerinde “Özel günleri kapitalist birer tuzak olarak görüyorum ben.” diyerek sıyrılmalarındaki ustalıkları gibi.
Özel günlerde değil içimizden geldiği günlerde hediye almak değerli…
Bütün bu tartışmaların, reklamların, sosyal medyadaki sevgililer günü köpürtmelerinin ortasında şunu unutmamak lazım her halde: aldığımız ya da almayı düşündüğümüz hediyenin ne fiyatı önemli olmalı, ne büyüklüğü ne de küçüklüğü.
Ve hediyeleşmenin ne zamanı olmalı ne de zamansızlığı…
Büyük atraksiyonlarla vermek de gerekmez.
Ne verildiği değil, nasıl verildiği; ne zaman verildiği değil, hangi duyguyla verildiği daha önemlidir zannımca.
Ve en büyük hediye, diğer hediyelerin yanında birbirimize en değerli şeyimizi, sevgimizi, ilgimizi, sadakatimizi ve ömrümüzdeki zamanı verebiliyor oluşumuzdur.
Eğer yanınızdaki adam/kadın, her sabah uyandığında kendisi için verilmiş zamanını kendi zevkleri için değil, sizin için verebiliyorsa, en büyük hediyeyi her gün alıyorsunuz demektir.
En sıcak duygularımızla karşımızdakinin varlığını hayır görerek, onu olduğu gibi kompleksleriyle, hatalarıyla kabul edebiliyor ve onun yanında yaşamaya “Evet!” diyorsak, en büyük hediyeyi veriyoruzdur…
Diğerleri tektaş da olsa, beştaş da olsa küsurattır yalnızca…
Gümüş de olsa, elmas da olsa parlamayacaktır aslında…
Nazlı Özburun
Aile Terapisti
—————–