Demir her sabah “Karnım ağrıyor okula gitmek istemiyorum” demeye başladı geçen hafta.
Sonra buna ağlamalar eklendi.
“Okula gitmek istemiyorum”
“Okul çok sıkıcı” cümleleri eklendi peşine.
Okulla ilgili bir sıkıntı yok. Zaten olsa söyler, duramaz.
Tek derdi ne biliyor musunuz?
Kendi cümleleriyle söyleyeyim:
“Seni özlüyorum anne”,
“Babam, sen, ben ailecek geçirdiğimiz zamanları özlüyorum.”
Onun bu halleri ilkokul birinci sınıfa giden bir kız çocuğunu hatırlatıyor bana.
Kendimi…
Her sabah istisnasız her sabah karnım ağrıyor diye numaralar yapardım.
Bazen gerçekten karnım ağrırdı.
Çocuk aklı işte sobanın önünde yatardım, ateşim çıksın diye.
Hemşire bir anne bu numaralara hiç kanar mı diye düşünmeden.
Sanırım size daha önce anlatmıştım.
Bir keresinde elmaları çiğneyip, çiğneyip lavaboya tükürüp amacıma ulaşmıştım.
Benim istifra ettiğimi sanıp, okula yollamamışlardı.
İşte dibimdeki armut da aynı benim gibi oldu.
Epigenetik çalışmalar anneannenizin, dedelerinizin bile yaşadığı travmaların etkisinin nesiller sonra sizlerde görülebileceğini somut örneklerle ortaya koymuş.
İşte genlerle bizimkine de okula gitmeden önce karın ağrısı mı geçti şimdi ya.
Ben de çok özlerdim ailemi, hafta sonunu iple çekerdim.
Ah be yavrum seni anlıyorum ama okula gitmekten başka yolumuz yok!
Okul hayatı göz yaşları ve karın ağrılarıyla başlayan birisi olarak, her gün okula gittiğim bir mesleğimin olması ne enteresan değil mi?
Ah şu genler!
Bende de var biliyor musunuz genetik geçişli korkular.
Hepimiz de var.
Önemli olan geçmişimizi, şu anımızı, kendimizi iyi analiz edebilmek sanırım.
Doç. Dr. Saniye Bencik Kangal