Psikolojik danışman/rehber öğretmenler olarak ilkokuldan başlayarak liseye kadar birçok farklı tür ve kademelerdeki okullarda çalışma imkanına sahip olduğumuz için öğrencilerin sorun alanlarının farklılıklarını da yakından gözleme imkanına sahip olduğumuzu düşünüyorum.
Önceki yıl ilkokulda, bu yılsa lisede görev yapan biri olarak bu iki ayrı kademedeki öğrenci sorunlarının farklılığı ve bu farklılığın oluşmasındaki nedenler üzerine düşünmekteyim bir süredir.
Bu yazıyla da; daha çok ilkokul ve lisede öğrenci velilerinin çocuklarıyla ilgili karşılaştıkları sorun alanlarının farklılığına dikkat çekerek, bir öğrencinin ilkokuldaki çözülebilir küçük sorunlarının, liseye gelindiğinde çözümü güç gençlik sorunlarına dönüşmesinin ebeveyn kaynaklı belirleyicilerinin neler olabileceği üzerinde duracağım.
Tabi bu süreçte anne babaların söz konusu sorunların çözümü noktasında en çok nerelerde hata yaptıklarını ve bu hataların yerine hangi doğruları bırakabileceklerine ilişkin de bazı somut öneriler sunmaya çalışacağım.
Bir hatanın anatomisi
İlkokul kademesinde çalışırken, öğrencisiyle ilgili yardım almak üzere rehberlik servisine gelen velilerin büyük bir çoğunluğunun sorunu, öğrencinin ders çalışmaması veya ödev yapmak istememesiyle ilgili olurdu.
En olmadı arkadaşını ittiği için öğretmen tarafından bu kez veli okula çağrılmış olurdu. Bu gibi durumlarda anne babaların, sorunun çözümüne ilişkin birkaç yöntemi olur genelde.
En sık kullanılan yöntem ise, ödül ceza sistemini işletmek; “Eğer bir daha böyle bir şey yaparsan”lı gözdağı cümlelerinden başlayıp, “Ne halin varsa gör!” tarzı havlu atma cümlelerine evirilmesi sürecinde anne baba, artık kontrol edemediği çocuğu, elinden geleni yapmış olmanın rahatlığıyla kendi haline bırakır.
Fakat çocuk büyüyüp de çözümü güç daha büyük sorunlarla karşılaşınca, ‘nerede hata yaptık’ diye geriye dönüp bakmak durumunda kalırlar.
Kuşkusuz gençlik-ergenlik sorunlarına ilişkin olarak sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, psikolojik ve toplumsal vb. alanlardan birçok farklı gerekçe gösterilebilir.
Gösterilmeli de. Ve bunların farkında da olunmalı. Fakat en asgari düzeyde anne baba olarak bizden (çocuğumuz için yapmamız gerektiği halde yapmadıklarımızdan ve yapmamamız gerektiği halde yaptıklarımızdan) kaynaklanan nedenler üzerinde de durup düşünmeliyiz.
Anne babadan kaynaklanan nedenlere ilişkin birçok değişken gösterilebilir fakat ben, en önemlileri arasında, iletişim kanallarının işlevsel olduğu, sıcak ve yoğun ilişkilerin yaşandığı bir aile ikliminin yaratılamamasını görürüm.
Güçlü aile bağlarından yoksun büyüyen çocukların sorun oluşturma potansiyelleri hep daha fazla olagelmiştir.
Bu tür problemli davranışlar içerisine giren çocuklar, aileleri tarafından belli bir yaşa kadar bir şekilde kontrol altında tutulabilir fakat bedenin ve beynin çılgın değişimlere maruz kaldığı ergenlik dönemiyle birlikte ailelerin bu çocuklar üzerindeki hakimiyeti ve kontrolü gittikçe zorlaşır.
Çocuklarıyla olan ilişkisi, iletişim biçimi ve sorun çözme yöntemi tek boyutlu ve bu paralelde malzeme çantası da tek bir aletten ibaret olan ebeveyn, oluşabilecek bütün sorunları elinde bulunan tek aletle çözmeye çalışır.
Bu idare etme durumu (belli bir yaşa kadar idare etse de) ergenlikle birlikte işlevselliğini yitirmeye başlar. Çocuğun özerkleştiği, belki de bu yüzden artık “çocuk” olmadığı bu dönemde süreç sağlıklı bir şekilde yürütülemediğinde, aileden uzaklaşma ve kopma süreci başlar.
Aile içerisinde olması gereken sıcak ve güven dolu bir iklimden yoksun ve aileyle güvenli bağlanma geliştirememiş genç, kendi akran gruplarına o kadar bağımlı olur ki onlardan kabul görmek için kötü alışkanlıklardan tutun da beden ve ruh bütünlüğüne zarar veren davranışlara varan riskli bir yola çabucak savrulabilir.
Kolaya kaçmanın maliyeti
İklimsel, çevresel veya toplumsal birçok sorunumuzun kökeninde insan doğasının kolaya kaçma eğiliminin izlerini buluruz. Anne babalar için de durum benzerdir. Çocuk yetiştirmede ebeveynlerin kolaya kaçma davranışlarının maliyeti, çocuk büyüdükçe ağırlaşır.
Öyle ki mahşerin dört atlısı olarak sayabileceğimiz televizyon, bilgisayar, tablet ve akıllı telefon ekranlarının insafına terk edilen bir çocuk, (ya da kendimizi terk edişimiz mi demeliyim) ebeveynlerinden o günlerinin alacaklısı haline gelebilir.
Büyüdüğünde, biriken alacaklarını faiziyle birlikte ebeveynlerinden tahsil etme yoluna girebilecek böyle bir ergenin, aile içerisinde ciddi gerilimlere neden olabildiği bilinen bir gerçektir.
İstisnalar kaideyi bozmaz düsturuna sığınarak şunu söyleyebiliriz ki; anne babalar çocuk yetiştirmede bir nevi ektiklerini biçerler. Evet, çocuk ‘yetiştirmek’ zahmetlidir fakat zahmete katlanmadan ‘büyütmek’ daha pahalıya mâl olur.
O yüzden “çocuk yetiştirme konusunu” bir ebeveyn olarak kendimize dert edinmemiz gerektiğini düşünüyorum. Nietzsche’nin “Hekimler, kendinize iyi bakın. Kendinize iyi bakın ki hastalarınıza da iyi bakabilesiniz,” sözünü “Anneler babalar, kendinizi iyi yetiştirin.
Kendinizi iyi yetiştirin ki çocuklarınızı da iyi yetiştirebilesiniz,” şeklinde uyarlayarak bu konudaki sorumluluğumuzun bilincine varmalıyız. Bu bilinç, çocuğun sadece karnını değil, kalbini ve beynini de doyurmanın gerekliliğine inanır.
Çocuğun zihin dünyasını ve duygu evrenini zenginleştirmek için çabalamanın öneminin farkındadır. Ve tüm bunlar için de çocukla sağlam bir diyalog geliştirerek onunla dertleşmenin, duygu dünyasında neler olup bittiğine, düşünce dünyasının nasıl şekillendiğine dair onunla sohbet etmenin çocuk açısından ne kadar hayati bir öneme sahip olduğunu bilir.
Çünkü biliyoruz ki bunlar eksikse, ebeveyn çocuk arasındaki makas bir noktada açılmaya başlar. Bu makas bir kere açıldı mı mesafe gittikçe büyür ve çocuğa ulaşılamaz olur.
Bu “ulaşamama” durumu, lise çağındaki öğrenci sorunlarının en önemli sebebi ve aynı zamanda bu sorunların çözülememe nedeni olarak karşımıza çıkar.
Yazıyı bir tespit ve öneride bulunarak bitirmek istiyorum. Tespit: Ergenlikte yani kanın deli gibi aktığı bir çağda, enerjisini uygun bir alana kanalize edemediği takdirde kişinin derininde, kendisinin de anlam veremediği bir basınç, bir gerginlik hissi zuhur etmeye başlar.
Sorunlar bazen bu “nedensiz” gerginliklerin akacak bir mecra bulamayışından kaynaklanır. Öneri: Çocuğun, potansiyelini değerlendirebileceği, kendini ifade edebileceği bir aktiviteye yönelmesi.
Bu bir spor dalı olabileceği gibi, bir müzik aleti çalma, yabancı dil öğrenme veya bambaşka bir hobi alanı olabilir.
Enerjisini işe koşarak potansiyelini keşfedeceği, başarı-başarısızlık duygularını tadarak kendini sınayabileceği bir aktivite içerisinde olması, hayatın karmaşası karşısında bunalan çocuğa soluklanabileceği bir alan yaratır çünkü.
Böylesi bir alan içerisinde kendini var edebileceği bir aktivite, çocuğun kendine olan inancını ve güvenini arttırarak hayata akmasına olanak verecektir.
Recep Karataş