Sene 1985 ve ilkokul karnem.
Yedi yaşında okula başlamam gerekirken ben dört yaşında anasınıfına, beş yaşında ilkokula başlamıştım.
Hep yanımda “ya ezilirse” diye konuşurlardı ve ben o yaşın bilişsel gelişim özelliğine uygun olarak bu durumu gerçekten ayaklar altında ezilmek olarak algılardım.
Dün gibi hatırlıyorum.
Ezildim mi?
Ezildim valla.
Hızla teneffüse koşuş sahneleri dün gibi aklımda!
Ne zaman teneffüse çıkacak olsam itiş kakışla birlikte kendimi okul kapısının önündeki ızgaranın üzerinde bulurdum.
Dizim paramparça olmuştu.
Hala izini taşır, baktıkça annemin yaptığı pansumanları hatırlarım.
Kim bilir annemin canı nasıl yanıyordu?
Beni okula göndermekten başka çaresi de yoktu.
Şimdi bu durum yaşansa veliler okulu yıkar.
O ızgaranın orada ne işi var diye sorgulanır.
Ama malum bizim zamanımızda etimiz okulundu, aileye kemiklerimiz kalıyordu!
Nerede birey anlayışı, nerede kişilik gelişimi?
Yine de öyle çok örselenmedik hı ne dersiniz?
Psikolojimiz pamuk ipliğine bağlı değilmiş bizim.
Ayakta kalmayı, düştükçe kanayan dizlerle ayağa kalkmayı, yeniden düşüp yeniden aynı yerden yara aldıkça ders çıkarmayı o yıllarda öğrendik belki…
Veli Notu:
İtiraf ediyorum, Demir her gün aynı yerde aynı şekilde, arkadan itilerek düşse, dizleri parçalansa ben de soluğu okulda alırım.
Kim itiyor bu çocuğu, akran zorbalığı mı var diye kesin sorgularım.
Doç. Dr. Saniye Bencik Kangal