Yapılan araştırmalara göre seri katillerin birçoğu ilk kurbanlarını hayvanlardan seçiyor.
Geçmişlerine bakıldığında hayvanlara işkence ettikleri ve bundan zevk aldıkları görülüyor.
Biliyorum çok sevimsiz konular ama konuşmak zorundayız.
Gelelim ülkemize.
Geçenlerde bir sosyopat (başka bir sıfat bulamadım) bir papağana işkence edilmiş ve sonrasında zavallı papağan ölmüştü.
Haberlerde gördüğümde kanalı nasıl değiştirdiğimi bilemedim.
Daha dün de bir köpeğin arabanın arkasına bağlanıp… gerisini duymamak için yine aceleyle kanal değiştirdim.
Gerisini duymadım ama biliyorum.
Duymaya yüreğim dayanmasa da konuşmayı bilmeyen, canı olan ,canı acıyan ve bunu kimseye haykıramayan hayvan dostların sesi olabilirim, olabiliriz.
Bütün bilimsel verileri bir kenara bırakalım ve düşünelim, hayvana bunu yapan, sofraya su gelmedi, yemek gecikti, sesin yükseldi gibi bahanelerle eşine kolayca şiddet uygulamaz mı?
Çocuklarına acır mı?
O halde biz hayvana şiddeti “N’olmuş yani bir papağan ölmüş?” cümlesine indirgeyemeyiz, hafife alamayız ki, çok kurulmuş bu cümleler, okudum.
Avrupa ve Amerika’da bu nedenle okulda “Hayvana Sevgi” dersleri var.
Çünkü farketmişler ki, hayvanı seven insana da zarar vermiyor, hatta daha az suç işliyor.
Elbette her hayvana işkence eden katil olmuyor lakin hayvana şiddet aşamasında şiddete meyli farkedilen potansiyel bir suçlu kesinlikle rehabilite edilmeli.
Özellikle hayvanın kuyruğu kesen, ona işkence eden bir çocuk için mutlaka bir uzmandan yardım alınmalı.
Koca bir nesli yetiştiren anneler olarak, hayvana şiddet, işkence olaylarına da hem hukuki, hem sosyolojik hem de insani tepkimizi vermekle yükümlüyüz.
Sustuğumuz ve görmezden geldiğimiz şiddetin ucu bir gün sevdiklerimize ulaşmadan…