Son on yıl içerisinde çocuklarımız yavaş yavaş asabi, doyumsuz, bencil, zora gelemeyen, kısacası haz odaklı embesil zavallılara dönüştü.
Hiçbir şeyle mutlu olmuyorlar, çabuk sıkılıyorlar, maymun iştahlılar her şeyi birden istiyorlar ama bu istekleri emek harcamadan alın teri dökmeden olsun istiyorlar, başladıkları işlerin sonunu getiremiyorlar, çabucak pes ediyorlar…
Kısacası kendi ellerimizle çıtkırıldım, zavallı bir nesil yetiştirmeye başladık.
Çok üzülüyorum…
Düşünebiliyor musunuz on yaşında olup da tuvalet sonrası kendi temizliğini yapamayan, saçını tarayamayan, dışarı çıkarken ne giyeceğini bilemeyen, bakkala gidip bir ekmek alamayan, acıktığında bir yumurta kırmaktan aciz, ocak nasıl yakılır, çay nasıl yapılır, sıradan bir fatura nasıl yatırılır bilmeyen yavrularla doldu evlerimiz.
Bizim sorumluluğumuz çocuklarımızı hayata hazırlamaktır.
Hayat zaman geçtikçe kolaylaşmıyor, tam tersine zorlaşıyor…
Çocukları bekleyen hayat çok daha zorlu ve sert bir süreç olacak…
Çocuğunu çok sevmek marifet değildir, elimizde değil çocuklarımızı zaten çok seviyoruz ama marifet o çocuğu yaşayacağı hayata yeterince hazır hale getirebilmektir.
Doğal çocuk yetişmiyor…
Şimdiki çocukların anne babaları tabiri caizse organik şartlarda büyüdüler.
Pek çoğu sokaklarda saklambaç, kovalamaca, yakan top, üç taş- beş taş, körebe, çelik çomak, uzun eşek oynayarak büyüdüler.
Oyunlar sırasında doğal olarak itiş kakış, küfürleşme ve sonunda taraflardan birisini ağlaması ile biten kavgalar olurdu.
Sokaktan üstü başı batmış bir şekilde eve gelen çocuklar bir zılgıt da anneden yerdi ama kimse depresyona filan girmezdi.
Sofraları genelde zengin değildi, yemekte tavuk veya et denk getirilince heyecanlanılır, tabaktaki köfteler yemek öncesi anne tarafından kardeşlere eşit bir şekilde pay edilirdi.
Aynı anne babalar şimdi kendi çocuklarını süs bitkisi, oyuncak bebek gibi yetiştiriyorlar.
Son 10 senedir en sık duyduğum cümle “Hocam bizim kerata çok zeki ama çalışmayı sevmiyor, birde bilgisayarın başından kaldıramıyoruz” ifadesi oldu.
Anne baba olarak adeta taparcasına çocuklarımızı baş tacı yaptık; önlerine bir yığın oyuncak yığdık, sofralarını alabildiğince zengin tuttuk ve yine çeşit çeşit güzel kıyafetler aldık ve o marka kıyafetlerin cebine de baş belası akıllı telefonlar koyduk.
Biz çocukluğumuzda görmedik bari çocuklarımız görsün derken ipin ucunu kaçırdık.
Halimiz eskilerin pek de yerinde deyişi ile “görmemişin oğlu olmuş tutmuş (…) koparmış”a döndü.
Oysa hepimiz kendi tecrübelerimizde pek de güzel biliyoruz ki çocuklarımızı bekleyen hayat kesinlikle öyle çok kolay bir hayat değil.
Ve bizler saçını koklamaya kıyamadığımız yavrularımızı bu acımasız hayata hazırlamalı, o zorlu engebeli hayat yolunda başarılı ve mutlu olmalarını sağlamalıyız.
Gerçekten hayat mı zor, yoksa insanlar mı hayata karşı zayıf ve hazırlıksız?
Senin çocuğun hazırsa hayata; dağ, taş, engebe ona düz yol olur…
Hazır değilse hayata; düz yol ona çukur, uçurum olur…
Bir işin kolaylığı ya da zorluğu kimi zaman işten çok o işe başlayan insanın yaklaşımıyla, öz güveni ile iş disiplini ile ve mücadele gücü ile ilgilidir.
Sorumluluk bilinci yeterince gelişmemiş bir öğrencinin bozuk dersleri nedeniyle öğretmenlerini, arkadaşlarını, anne babasını, kardeşlerini, havanın iyi olmasını, kötü olmasını, ülke ekonomisini, tuttuğu takımın şampiyon olamamasını suçlaması gibi…
Yine aynı çocuk on sene sonra girdiği her işte başarısız olurken suçlayacağı birileri, arkasına sığınabileceği trajikomik mazeretleri olacaktır.
“Ayağında diken yarası olmayan, sinesine gül kokusu süremez.” der Şemsi Tebrizi…
Çocukluk döneminde yaşanan bazı sıkıntılar insanları silkeleyip gerçek hayatın aslında nasıl olacağı konusunda çocuğu önceden uyararak, farkındalık oluşturur.
Çocukluk döneminde yaşanmış bir takım haksızlıklar, ezilmeler minik travmalar çocuğun önce bir sarsılıp sonra toparlanarak kendisine gelmesine ve gelecekteki yaşantısına çok daha hazır olmasına yardımcı olur.
Hayat güllük gülistanlık giderken yaşanan bu tarz terslikler o an için can yaksa da aslında bizi gerçek hayata hazırlayan “şefkat tokatları”dır.
Evet, dostlar, parıltılı hayatların, parlak kariyerlerin hemen arkasında zorluklarla ve çileyle kat edilmiş dikenli yollar vardır.
Ancak insanlar ne yazık ki sadece parıltıya odaklanıp o insanların o konuma gelebilmek için ne gibi bedeller ödediklerini göremezler.
Hz. Ali “Çocuklarınızı, yaşadığınız zamana göre değil, onların ileride yaşayacakları zamana göre yetiştirin. Çünkü onlar başka bir zaman için yaratılmışlardır” der.
Dr. Faruk Öndağ
—
Aşağıdan diğer faydalı yazılara göz atabilirsiniz…