Nikah masasında kimin kimin ayağına basacağı gibi “sevimli” bir kültürümüz vardır, bilirsiniz. Evlilikte kimin sözünün geçeceğine dair bir ritüeldir bu
Daha başlarken eşlerin ilişki idaresinde baskın olmaya dair mücadelesinin göstergesidir bu aynı zamanda.
Öncelikle eşlerin birbirlerini rakip değil, ekip olarak görmeleri ve ilişkilerini buna göre kurmaları gerekiyor. Kimin dediğinin olacağına değil, neyin iyi olacağına odaklanmak gerekiyor.
Elbette bunun tek taraflı değil, her iki tarafın ortak algısı ile başarılabilir olduğunu da eklemek gerek. Güç ilişkilerini dengeleyerek ve “baskın olan, sözü geçen taraf olmak” alışkanlığından vazgeçerek yola çıkıldığında, bir çok sorunun çözülebilir olduğu görülecektir.
Yoksa sözü geçen taraf olma mücadelesi, bir ömür boyu sürekli diken üstünde yaşamanıza ve evliliğinizin tadını çıkaramamanıza neden olacaktır.
EŞİNİZİ DİNLİYOR MUSUNUZ?
Toplumda bir çok bireyin ortak sorunudur: “Beni anlamıyor.” Bu şikayeti o denli çok duyarsınız ki, dünyanın tepesine çıkıp aşağı baksanız etrafta “beni anlamıyor” diye dert yanarak dolaşan milyonlarca insan görebilirsiniz.
Anlaşılma arzusu elbette çok doğal bir arzudur ve bu beklentiyi elbette insan önce hayat arkadaşına yükleyecektir. Ancak “anlaşma” karşılıklı bir eylemdir ve “dinleme” ile bağlantılıdır.
Bu nedenle yeterince anlaşılmadığımıza ve dinlenilmediğimize üzülürken, aynı davranışı sergiliyor olabileceğimiz gerçeğini kaçırmamak gerekir. Bu konuda sıklıkla yapılan bir hata, karşı tarafın aklından geçenleri bildiğini varsaymadır.
Elbette birlikte yaşadıkça çiftler birbirlerini zamanla daha iyi tanıyacaktır. Ancak, bu tanımanın getirdiği “hakkında herşeyi biliyorum” duygusu, onu dinlememenize ve belki hakkında hiç bilmediğiniz bir çok şeyi anlayamamanıza sebep olabilir.
EŞİNİZDEN BEKLENTİLERİNİZ GERÇEKÇİ Mİ?
Evlilik insanların hayatında yaptıkları çok büyük bir değişikliktir. Alışageldiğiniz günlük yaşam biçiminden farklı, alışkanlıkları bambaşka olan bir insanla yeni bir kültür inşa etmeye yönelik bir adımdır. Elbette hayatın bu yeni evresine yönelik birçok beklenti ve arzunun gelişmesi normaldir. Ancak bu beklentiler ne kadar gerçekçidir?
Kafanızda tasarladığınız evlilik hayatına uygun bir eş mi seçtiniz, yoksa seçtiğiniz eşi hayal ettiğiniz kişiye mi benzetmeye çalışıyorsunuz? Bu soruya verdiğiniz cevap çoğunlukla evlilikte yaşadığınız doyum ile paralel olacaktır.
Evlilik öncesinde yeterli flört döneminin yaşanmaması ya da tarafların evliliğe yüklediği anlamlar nedeniyle bu konuda büyük tartışmalar yaşanabilmektedir. “Evlenmeden önce böyle değildi.” “Artık evliyiz. Bu konuda daha farklı davranman gerekiyor.” “Böyle bir insan olmanı istiyorum.” “Falancanın eşi hep böyle davranıyor, sen neden yapmıyorsun?” gibi ifadeler size yabancı gelmiyor olmalı.
Bu alandaki sorunları çözmeye kalkışırken öncelikle işe kendi beklentilerinizle başlamalısınız. Beklentilerinizin gerçekçi olup olmadığını, bunu eşinize ne kadar uydurabileceğinizi iyice gözden geçirmelisiniz.
Örneğin sevgisini ifade etme biçimi olarak çiçek almasını beklediğiniz eşinizi, bunu yapmadığı için sürekli suçladığınız zamanlar boyunca sevgisini kendince ifade ettiği başka muhteşem anları kaçırıyor olabilir misiniz? Ya da bazı beklentileriniz, onu kendisi olmaktan çıkaracak denli kişiliğine tezat olabilir mi?
Elbette burada bahsedilen, tüm beklentilerden vazgeçmek, değişim yönünde çaba harcamamak değil. Değişim kimi zaman gerekli, çoğu zaman da kaçınılmazdır. Ancak değişim beklentisini nasıl ifade ettiğiniz başarınızı büyük ölçüde belirler. “Sen zaten tembelsin! Ben nasılsa bu evde köleyim!” gibi bir yaklaşım, karşı tarafta savunma, kendini koruma, kaçınma gibi ihtiyaçlar doğuracaktır.
Çünkü saldırgan, yargılayıcı ifadeler içerir ve haklılığı bir yana, dinlenilme ve anlaşılma olasılığı düşüktür. Bunun yerine “Dinlenmek istiyorsun, anlıyorum; ama ben de yorgun hissediyorum. Biraz yardım edersen bunu hemen bitirip birlikte dinlenelim.” gibi bir yaklaşım, belki her zaman herkeste etkili olmayabilir, ancak saldırgan olmadığı için karşı tarafta savunma alarmını çalıştırmaz ve dinlenilme olasılığı daha yüksektir.
“Benim eşim hayatta böyle bir yaklaşımdan etkilenmez” diyenler olacaktır. Haklı olabilirsiniz, ancak bugüne kadar kullandığınız yöntemler zaten yarar sağlamadıysa, bu kez de bunu denemekten zarar gelmeyecektir.
EŞİNİZLE GEÇMİŞTE DEĞİL, BUGÜNDE YAŞAYIN!
Tüm ilişkiler, çeşitli sebeplerle tartışmaların, çatışmaların yaşandığı deneyimlerle doludur. Kimi zaman yanlış anlaşılmalar, kimi zaman ise hoş olmayan tepkiler, üzgünlükler, kırgınlıklar yaşanır.
Yaşanılan tüm olumsuzluklara rağmen bir ilişkiyi sürdürmek, ilişkinin gücünü ve sağlamlığını gösterir. Ancak çoğu zaman bu güçlü bağı zedeleyen, içten içe kemirip çürüten yaşanılan olumsuz deneyimlerden çok, sonrasında buna takılıp kalmaktır.
Olaylar yaşanır biter, ama bu olayların etkileri kişilerin zihninde canlı olduğu sürece o ilişki risk altındadır. Günlük yaşamın sıradanlığının altında, sürekli kaynayan ve her iki tarafı sürekli gerilimli ve huzursuz eden lav tabakası gibidir bu.
Elbette kimi anılar, kolayca unutulabilecek, affedilebilecek kadar hafif olmayabilir, hatta travmatik bile olabilir. Ama ne kadar kötü olursa olsun, herşeye rağmen yola devam etme kararı verildiyse, yol boyunca kişinin yaklaşımı, bunun acısını çıkarmak değil, bunu atlatmak olmalıdır.
Bireysel olarak bunun başarılamadığı durumlarda profesyonel destek alarak ve eşten bu konuda kendisine destek olmasını isteyerek zaman içerisinde olumsuz anıların etkilerinden kurtulunabilir.
Ancak yaklaşım geçmişte yaşanan olaylar nedeniyle eşi cezalandırmak, suçlamak, acısını çıkarmak şeklinde olursa, belki adalet duygusu tamir edilebilir, ancak bu uğurda harcanan ilişki olacaktır. Bu nedenle bakışınızın sizi hangi geleceğe götüreceğini iyi tahlil etmeli ve varmak istediğiniz tarafa yönelmek için çaba göstermelisiniz.
Psikolog Bilge Açıkgöz Karaoğlu