Çocukluğumda en çok eleştiri aldığım özelliğim bugün mesleğimin besin kaynağı oldu.
Annemler sürekli “çok laf dinliyor, bayılıyor laf dinlemeye, iki kadın bir araya geleme, hemen dibimizde bitiyor, az kuytu kulak değil bu, bak bak bak dikti gene kulakları” diye diye bu özelliğimi pekiştirdiler.
Halamın, teyzemin arkadaşları geldiğinde beni yanlarında istemedikleri için erkenden divan altına girip saklanmışlığım, boğazımı tutamayıp orada da tıkıntıdığım için yakalanmışlığım çoktur.
Annem “Şermin hadi azcık dışarı çık yavrum, biz anlatıcaz” dediğinde “yepme yaaa, dinlemiyom ben sizi, bakmıyom bile” deyip muhabbetin suyuna bana bana dinlemişliğim, babaannemin, anneannemin arkadaşlarına eklenmişliğim, gidilen hiçbir yerden kalmamışlığım, suya gidenin susağı olmuşluğum, durmadan soru sorup yaşlıları bunaltmışlığım beni bugün yazar yaptı.
Hemen her kitabımda o günlerde duyduğum deyimlerden, hikayelerden, dedikodulardan, karakterlerden izler var.
İyi ki de kuytu kulakmışım, iyi ki de laf dinlemişim, iyi ki de yetişkinlerin yanında oturup git demelerine rağmen gitmemiş hepsini gıcık etmişim.
Kariyerimi resmen altına saklandığım ya da üstüne çöreklendiğim o divana borçluyum.
Şimdi şu soruyu soralım:
Çocuklarımızı sürekli odalarına göndermek, onları oyun alanlarına bırakıp arkadaşlarımızla öyle sohbet etmek, çocukların yanında konuşmamak, çocukları sosyal ortamımızın bu derece dışında tutmak ne kadar doğru?
Evdeki sohbetin niteliğini artırarak çocuğa zengin bir ortam hazırlayamaz mıyız?
Bu konudaki düşüncelerinizi merak ediyorum.
Şermin Yaşar