Neredeyse dünyadaki bütün anne babalar, biri büyükler, diğeri küçükler için olmak üzere iki ayrı dil kullanır.
Annenin arkadaşı yardım ederken bir tabak kırdığında, “Kaza oldu, üzülme, önemli değil, alt tarafı bir tabak” diyerek üzüntüsünü bastırır.
Ancak yedi yaşındaki kızı, yardım etmek için masayı toplarken, kazara bir tabak düşürüp kırsa;
“Eyvah, en değerli takımım bozuldu! Ne kadar sakarsın! Daha dikkatli olamaz mısın?” diyerek kızgınlığını açığa vurur. İki olayda da kırılan tabak bir tanedir; ama annenin tepkisi arkadaşına başka, kızına başka olmaktadır.
Burada değişen ne?
Annenin kabul çizgisi. Maalesef, çoğumuz, başkalarına gösterdiğimiz anlayışı ve hoşgörüyü kendi çocuklarımıza gösteremeyiz.
Kabul çizgimiz zamana ve duruma göre değişir.
Bazı çocuk psikolojisi kitaplarında anne babalara tutarlı olmaları, aynı davranışa her zaman aynı tepkide bulunmaları söylenir. Bugün kızdığımız bir davranışına, ertesi gün de kızmalıyız, yoksa tutarsız davranmış oluruz. Bu tutarlılık ilkesi insan fıtratına aykırıdır. Dinç ve neşeli iken çocuğumuzun katlanabildiğimiz bir davranışına, yorgun ve üzüntülü iken katlanamayabiliriz. Niçin katlanamadığımızı açıkladığımız zaman çocuk bizi anlayacaktır.
Bir anne neşeli, dinç ve bir işle uğraşırken, altı yaşındaki çocuğun piyanonun tuşlarına gelişigüzel vurmasından rahatsız olmaz.
Çocuğun bu davranışı annenin kabul edilebildiği davranışlar bölgesinde yer alır. Ancak anne baş ağrısı ve yorgunluktan uyuyakalmış iken, çocuğun piyanonun tuşlarına gelişigüzel vurmasından rahatsız olur; çocuğun bu davranışını kabul edemez. Aynı davranış bu kez “kabul edilemez davranışlar” bölgesinde yer alır.
Annenin rahatsızlığını dile getirip çocuğa piyanonun tuşlarına vurmaktan vazgeçmesini söylemesi tutarsızlık olarak değerlendirilemez.
Sorunları üstlenme tuzağına düşmeyin
Anne babaların çoğu, çocukla bir sorun ve çatışma yaşadıkları zaman, sorunun kime ait olduğuna bakmaksızın, bütün sorunları sahiplenir; çözmeye çalışırlar. Bunun iki sebebi vardır:
1. Çocuğun sorunu kendi başına çözemeyeceği inancı.
2. Sorunu çözme sorumluluğunun anne babaya ait olduğu inancı.
Bu inanca sahip anne babalar her gün çocukların sorunlarını çözmeye ve çözümleri çocuklara kabul ettirmeye çalışmaktan yorgun düşerler.
Anne baba çocukla bir sorun ve çatışma yaşadığı zaman, harekete geçmeden önce kendine şu soruyu sormalıdır:
“Sorun kimin?”
Anne babaya sorun çıkaran davranışlar: Anne ve baba konuşurken çocukların gürültü yapması, bir yere gidileceği zaman anne ve babanın acelesi varken çocukların yavaş hareket etmesi, çocukların elbiselerini ve oyuncaklarını salonda bırakması, anne babaya ait bir eşyayı alıp kullandıktan sonra yerine koymaması gibi davranışlar anne babada rahatsızlığa sebep olduğu için sorun anne babanındır.
Çocuğa sorun çıkaran davranışlar: Çocuğun istediği yapılmadığında, ihtiyacı karşılanmadığında, oynayacak arkadaş bulamadığında, sınavda zayıf aldığında, arkadaşıyla kavga ettiğinde, ödevini yapmakta zorlanması, öğretmeninden azar işitmesi gibi davranışlar ve durumlar çocuğu rahatsız ettiği için sorun çocuğundur.
Kimseye sorun çıkarmayan davranışlar: Çocuk odasında ders çalışıyor, anne mutfakta yemek yapıyor, baba televizyon izliyor. Kimse kimseyi rahatsız etmiyor. Herkes halinden memnun. Öyleyse sorun yok demektir.
Sorun nasıl çözülecek?
Sorun annenin ise: Bir anne on iki yaşındaki oğlunun arkadaşlarından memnun değildir. Oğlunun okula soluk, eski, dizleri yırtık blucinle gitmesinden rahatsız oluyordu. Arkadaşlarına uyup serseri olacağından ve zararlı alışkanlıklar edineceğinden korkuyordu.
Çocuk annesine blucininin nerede olduğunu sordukça anne:
“O eski şeyi giymekten zevk alıyorsun, değil mi?” diye sordukça, çocuk:
“Evet, onu giymek hoşuma gidiyor.” cevabını veriyordu.
Burada sorun çocuğun değildir. Çocuk eski blucini giymekten hoşlanmaktadır. Yırtık blucinden rahatsız olan annedir. Anneye göre çocuğu, arkadaşlarından kötü etkilenmektedir. Onların yüzünden başının belaya gireceğinden korkmaktadır. Sorun çocuğun değil, annenindir.
Öyleyse, çocuk blucinin nerede olduğunu sorduğu zaman anne, sorunun çocuğa ait olduğunu düşünerek, “O eski şeyi giymekten zevk alıyorsun” diye suçlayıcı bir dil kullanmak yerine; sorunun kendisine ait olduğunu kabul etmeli; gerçek duygularını dile getirmelidir:
“Senin bu blucini giymen beni çok rahatsız ediyor. Arkadaşlarından etkilendiğini, onlara uyarak okulu aksatacağından ve zararlı alışkanlıklar edineceğinden korkuyorum.”
Sorun çocuğun ise: Bir annenin beş yaşındaki kızı sokakta arkadaşlarıyla oynuyordu. Öğle vaktiydi ve anneye göre çocuğun yemek yeme zamanıydı.
Anne kızına seslendi, eve gelmesini, yemek yemesi gerektiğini söyledi. Kızı gelmek istemediğini, acıkmadığını söyledi. Burada yemeğini yemek istemediği için sorun çocuğundur.
Eğer anne sorunu çocuk adına üstlenirse şöyle diyecektir:
“Çabuk içeri gir, yemeğin masada seni bekliyor!”
Çocuk büyük ihtimalle öfkelenecek, ısrarla gelmek istemediğini söyleyecektir. Anne kendi eliyle çatışma ortamı hazırlamış olacaktır.
Sorun çocuğun olduğuna göre, anne etkin dinleme yaparak, sorunun çözümünü çocuğa buldurmalıdır.
Anne: Dışarıda kalıp arkadaşlarınla oynamak istiyorsun.
Çocuk: Arkadaşlarımla birlikte çok eğleniyorum; onlardan ayrılmak istemiyorum.
Anne: Arkadaşlarından ayrılmak istemiyorsun.
Çocuk: Evet.
Anne: Yemek konusunda aklına bir çözüm geliyor mu?
Çocuk: Oyunumuz bitince gelir yerim.
Anne babalar çocuğun sorunlarına sahip çıkıp çözmeye çalışmak yerine, etkin dinleme yaparak kabul dili kullanmalı, sorunun çözümünü çocuğa buldurmalıdır.
Böylece çocuğun kendi sorununu sahiplenmesine ve çözümünü de yine kendisinin bulmasına yardım etmiş olacaktır. Bu yeni yaklaşımın özelliklerini şöyle özetleyebiliriz:
♦Çocukların hayatları boyunca çeşitli sorunlarla karşılaşmaları kaçınılmazdır.
♦ Çocukların sorunlarını çözmede, anne bahaların tahmin edemeyeceği kadar, gizli yetenekleri vardır.
♦Anne babalar çocuklarına hazır çözüm paketleri sunduklarında, neyi nasıl ve ne zaman yapacaklarını söylediklerinde, çocuklar aileye bağımlı hale gelecektir. Sorun çözme becerileri gelişmediğinden, sorunlarla karşılaştıkça çözüm için anne babaya geleceklerdir.
♦ Anne babalar kendi sorunlarına ek olarak çocukların sorunlarını da sahiplenip çözmeye çalıştıkça yükleri artacak; sorunların altında bunalacaklardır. Çocuklar, çoğu zaman, anne babanın bulduğu çözüme razı olmazlar. Bu da gayet normaldir. Zira anne baba da olsa, hiç kimse başkasına ait bir soruna en iyi çözümü bulacağını iddia edemez.
♦ Çocuklar sorunlarının çözümü için yardım isteseler dahi, en etkili yardım onlara yardım etmemektir. Bu bir çelişki gibi görünse de, çözümü arayıp bulmaları için sorumluluğu onlara bırakmak yardım etmenin bir başka yoludur.
Sorun çözme tutumlarına göre aile tipleri
Anne babaları, çocukla bir sorun ve çatışma yaşadıklarında, çözüm üretme tutumlarına göre üç grupta toplayabiliriz: Kazananlar, kaybedenler, arada kalanlar.
Kazananlar:
Kazananlar grubu, çocuğun üzerinde güç ve otoritelerini kullanarak her konuda haklı olduklarını savunurlar. Kurallar ve sınırlar koymaya, kısıtlamaya, emir vermeye alışıktırlar. Çocukların da bunlara uymak zorunda olduğuna inanırlar.
Uymadıklarında sevgilerini esirgeyerek, baskı yaparak, haklarını kısıtlayarak, ceza vererek onları hizaya getirmeye çalışırlar. Aralarında bir anlaşmazlık ve çatışma çıktığında daima kazanan taraf kendileri olacak şekilde çözüm üretirler.
Tutumlarını savunurken şöyle derler: “Çocuklar kendileri için neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmezler. Çocukların iyiliği için anne babaların otoritelerini kullanma hakları vardır.”
Kaybedenler:
Kaybedenler grubundaki anne babalar çocuğun her isteğini yerine getirir, fazla özgürlük tanır, sınır ve kural koymaktan kaçınırlar. Çocukların ihtiyaçlarının yerine getirilmesi gerektiğine inandıkları için ihtiyaç ve istek çatışması karşısında daima kaybeden taraf olurlar. Tutumlarını savunurken şöyle derler: “Baskı uygulamak ve çocukların isteklerini yerine getirmemek ruhsal gelişime aykırıdır.”
Arada kalanlar:
Bu iki grubun arasında kalan üçüncü grup en kalabalık olanlarıdır. İki yöntemden hangisini uygulayacaklarına karar veremez, duruma göre sert ve yumuşak davranışlar arasında gidip gelirler. Arada bocalayanlardan bir baba bize danışmak için geldiğinde üzüntüsünü şöyle dile getirmişti:
“Bizim gibi sıkıntı çekmesinler diye çocuklarımın her istediğini karşılamaya çalıştım. Ancak aldıklarımı beğenmez, kaprisli, şımarık, laftan anlamaz oldular. Ben de babalık otoritemi kullanmaya mecbur kaldım. Ancak, maalesef, bu da bir işe yaramadı. Ne yapacağımı şaşırdım.”
Yukarıda özelliklerini sıraladığımız aile tipleri size oldukça tanıdık gelecektir. Muhtemelen siz de bu aile tanımlarından birine giriyorsunuz. Haklı olarak, “Başka çözüm var mı?” diye soracaksınız. Biz de “var” diyoruz. Çocukla bir sorun yaşadığınızda, çözüm üretirken, bir tarafın kazanması veya kaybetmesi gerekmiyor. Kimse kaybetmeden de sorun çözülebilir.
Sorun çözmede “kaybeden yok” yöntemi:
Size Bir Soru:
“Sekiz yaşında bir oğlunuz var. Üşüyebileceği serin bir havada hırkasını almadan sokağa çıkıyor; ne yaparsınız?”
Sorun şu:
Çocuk hırkasını giymeden sokağa çıkmak istiyor. Siz de üşüyeceği endişesi ile dışarı çıkarken hırkasını giymesini istiyorsunuz. Bir süre düşünmenizi ve cevabınızı bir kâğıda not etmenizi istiyoruz.
Anne baba okulunda ders verirken öğrencilerime aynı soruyu soruyorum.
Verdikleri cevaplar genellikle üç grupta toplanıyor:
1- Hırkasını giymesini söylerim. Hırkasız çıkarsa, üşür, hastalanır. Onun için hırkasını giymeden çıkmasına izin vermem.
Bu yaklaşımdaki bir ailede çocuk hırkasını giymeden dışarı çıkamayacağını anlayıp annesinin zoru ile giyerse; tartışmayı anne kazanmış, çocuk kaybetmiş olur.
Bu gruptaki anne babalara “kazananlar” diyoruz.
2- Hırkasını giymesini söylerim. Giymek istemediği zaman, üşüyeceğini söyler ikna etmeye çalışırım. Yine de giymek istemezse kendisi bilir, üşüsün de aklı başına gelsin.
Anne çocuğa söz geçiremeyeceğini anlayıp hırkasını giymeden çıkmasına izin verirse; tartışmayı çocuk kazanmış, anne kaybetmiş olur. Bu gruptaki anne babalara “kaybedenler” diyoruz.
3- Hırkasını giymesini söylerim. Yine de giymek istemezse izin veririm. O gittikten sonra içim rahat etmez; hırkasını alır arkasından giderim, üşüdüğünü görünce giydiririm.
Anne önce izin verdi; ama sonra fikrini değiştirip hırkasını götürdü. Duruma göre böyle fikir ve tutum değiştiren anne babalara “arada kalanlar” diyoruz.
Şimdi notlarınıza bakmanızı ve hangi gruba girdiğinizi görmenizi istiyoruz. Belki çok azınız bu üç grubun dışında kaldınız. Eğer öyle ise, büyük ihtimalle, siz “kaybeden yok” grubuna girenlerdensiniz.
Yukarıda sıraladığımız üç gruptan birine giren okuyucularımız “kaybeden yok” yönteminin ne olduğunu merak edeceklerdir.
“Kaybeden yok” yönteminin çoğunlukla tutarlı ve dengeli ailelerde kullanıldığını görüyoruz.
Bu ailelerde, anne baba ile çocuk arasında bir tartışma çıktığında, anne baba çözüm üretirken çocuğu dinler; düşüncelerini ve duygularını dile getirmesine izin verir.
Bu yaklaşıma “kabul dili ve etkili dinleme” diyoruz.
Çocuğunu dinler gibi yapmayan, gerçekte dinleyen; akıl vermeden, eleştiri yapmadan, yargılamadan duygularını dile getirmesine izin veren anne babalar ancak bu yöntemi kullanabilir.
Kabul dili kullanan ve etkili dinleme yapan bir anne, çözüm üretirken, hırkasını giymeden çıkmak isteyen sekiz yaşındaki oğlu ile aralarında muhtemelen şöyle bir diyalog gerçekleşirdi:
— Oğlum, hırkanı giy, dışarıda hava serin, üşüyebilirsin.
— Üşümem anneciğim, giymek istemiyorum.
— Peki oğlum, vücut senin; üşüyüp üşümeyeceğini sen daha iyi bilirsin. Seni anlıyorum. Giyip giymemekte karar senin. Bizler, insan olarak, bir konuda karar verebiliriz. Ancak şartlar öyle değişir ki, kararımızı yeniden gözden geçirmek ve değiştirmek zorunda kalabiliriz. Şu anda üşümeyeceğini düşünüp hırkanı giymemeye karar verdin. Bak, hırkan burada asılı duruyor. Eğer dışarı çıktığında üşüdüğünü hissedersen, kararını değiştirebilir, gelip hırkanı alabilirsin.”
— Tamam anneciğim, üşürsem gelir hırkamı alırım. Hoşça kal!
Sorun neydi:
“Çocuk hırkasını almadan dışarı çıkarsa üşüyebilir.”
Kim böyle düşünüyor: Anne.
Buna göre sorun kimin: Annenin.
Anne, etkili dinleme yaparak ve kabul dili kullanarak çözüm üretti.
Böylece kimsenin kaybetmesine ve kazanmasına gerek kalmadan, “kaybeden yok” yöntemiyle sorun çözülmüş oldu.
Pedagog Ali Çankırılı