Çocuğu eğitimden ve akademik yaşamdan soğutan yerlerin başında genellikle “ilkokul”, sebeplerin başında da o dönem çocuk ruhuna uygun olmayan eğitim uygulamaları olabilmektedir.
Zira ilkokul;
– Çocuğun başarılarının ya da başarısızlıklarının ölçüldüğü eğitim dönemi olmamalıdır.
– Çocuğun bilgi, beceri kazandırıldığı bir dönem de olmamalıdır.
Bilakis ilkokul dönemi;
– Çocuğun bir sonraki eğitim aşamasına, akademik hayata “ısındırma ve hazırlama” dönemi olmalıdır.
– Çocuğun eğilimlerinin, mizacının belirlendiği dönem olmalıdır.
Öyleyse bu dönemde çocuğa;
– Zorunlu “ödevler” verilmemeli,
– Çocuktan “ çok başarı” beklenmemeli,
– Çocuk herhangi bir ders ve konu hakkında “teste” tabi tutulmamalıdır.
– Bunların gerçekleşebilmesi için ise;
Koskoca bir 4 yıllık dönemde;
– Yazılı, sözlü sınavlar olmamalıdır.
– Not, karne, takdir, teşekkür belgeleri konu bile edilmemelidir. Tabi ki biz bunu önerirken, “olması gereken” bir eğitim anlayışından tavsiye şeklinde söz ediyoruz. Her ne kadar günümüzdeki uygulamalar öyle olmasa da…
Özellikle ilkokul çağı çocuğu;
– Yoğun “hareketlilik” arzusu içindedir.
– Onun boş zamanı değil, boş “anı” bile yoktur.
– Her an her şeyle, her gördüğü ile, her duyduğu ile ilgilenmek “zorundadır”.
– Eli dursa, dili durmaz… Ayağı dursa gözü durmaz… Bir yerde on dakika kımıltısız oturamaz.
– Bu konuda ondan istenen taleplerin her birini kendisi için “engel” olarak görür. Sakin ve sessiz durmasını isteyen herkese karşı tepkili olabilir.
– Çünkü sinesinden, “yanardağ” gibi merak duygusu fışkırır. Bu yüzden yeni şeyler öğrenmek ve merakını gidermek için aklına gelen her şeyi “anında” yapmak taraftarıdır… Bütün bunlar ilkokul çağındaki çocuğun “normal” halleridir.
İşte;
– Çocuğu bu “normal” yolundan caydıran,
– Ders çalışmaktan, ödev yapmaktan soğutan,
– Merak duygusunu törpüleyen,
– Öğrenme hevesini gittikçe azaltan,
– Okul ve öğretmen ilgisini zayıflatan şey, okullardaki çocuk doğasına aykırı şekilde yürütülen eğitim, öğretim hatalarıdır.
Ne yazık ki bunların başında “yoğun ve zorunlu” olan ev ödevleri gelmektedir.
Oysa çocuk;
– Sadece, “yapabildiği” kadarından zevk duyar.
– Yani kendinden bekleneni, umulanı, verileni, isteneni yapmaktan son derece sıkılır.
– O, kendi isteği ile yapabildiğinden keyif alır ve öğretmenini, okulunu sever. Kendisine “yaptırıldığı” kadarını değil.
Peki başka nelerdir çocuğun doğasına aykırı olan hususlar derseniz;
– Bu dönem çocuğu sokakta, parkta arkadaşları ile oyunlar oynamak ister.
– Evde annesiyle, babasıyla oynaşmak, kardeşleri ile cıvıldaşmak ister.
– Gülmek, kahkaha atmak, sevinmek, coşmak ister.
Yalnız dikkat ediniz ki onun bu istekleri;
– Yetişkinlerin haz alma, hoşlanma, keyiflenme, arzu etme… gibi istekleri ile asla ayni anlamda değildir.
– Çünkü, çocuğun buna benzer heveslerinin kaynağında “öğrenme isteği” yatar. Yetişkinlerinki gibi stres atma, rahatlama amaçlı asla değildir. İşte bu nokta hem yetişkinleri, anneleri babaları hem de öğretmenleri çoğu kez yanıltmaktadır.
Örneğin anneler ödev yapmaktan kaçınıp oyun oynamak isteyen çocuklarına:
– “Benim de canım yarın işe gitmek istemiyor ama mecburen gideceğim….
– Ben de yatıp uyumak istiyorum ama, görüyorsun ki oğlum evde de size ders çalıştırıyorum…” derken, bizim işaret ettiğimiz o inceliği kavrayamadıklarını göstermektedirler.
– Çocuğun buna benzer istekleri tembellikten kaynaklanmıyor. O arzuları onların “Temel zihinsel ve bedensel gelişim” malzemeleridir.
Çözüm:
– Bizim sesimiz, eğitimin planlayıcılarına ulaşmaz, biliyoruz.
– Ancak bu yazıları okuyan annelerin babaların çocuklarının mutlu gelecekleri adına yapmaları gereken şey;
– Çocuklarının safında yer almalarıdır.
– Bunu, onlar ne eğitim sistemini, ne yoğun müfredatı, ne de öğretmenlerini çocuklarına asla kötülemeden yapmak zorundadırlar.
Dr. Yaşar Kuru——————