Misafir olduğumuz bir ailede baba, biraz sonra eve gelecek olan yirmili yaşlarındaki delikanlısı ile konuşmamı istedi.
Önce aramızda konuşmaya başladık:
– Konu çok mu önemli?
– Bizim için oldukça çok.
– Onunla hangi konuyu konuşmamı istiyorsunuz, ya da sizi endişelendiren nedir?
– Fabrikada çok güzel bir işi var. İyi de maaş alıyor. Cumartesi-Pazar tatil. Gezmeyi çok sever.
– İyi, güzelmiş.
– Dağ bayır gezmek, tabiatta dolaşmak, tarihi-kültürel mekanları ziyaret etmek en temel tutkusu.
Kendine büyükçe bir de fotoğraf makinası almış, durmadan dinlenmeden, gittiği, gezdiği yerleri fotoğraflıyor.
Müthiş fotoğraflar çekiyor. Öyle ki bazen birlikte gittiğimiz yerlerin fotoğraflarını bana gösteriyor, ben oraları tanımakta güçlük çekiyorum.
– Kusur nerede, anlayamadım.
– Kendisine diyorum ki: Evladım içinde senin de bulunduğun yüzlerce tabiat ve kültür manzaralı fotoğrafın var. Bunları sanal dünyadaki sayfanda paylaşsan da herkes görsün, ülkesini tanısın.
– Ne diyor?
– Belki onlarca kez rica etmeme rağmen bana söylediği tek cümle var: “Boş ver ya baba”.
– Yani benden, bunun sebebini öğrenmemi istiyorsunuz anladığım kadarıyla.
– Hem onu hem de… (Eşi müdahale edince cümlesini tamamlayamadı).
– Değerli kardeşim, mahrem değilse paylaşabilirsiniz, belki önemli bir sorun barınıyordur eşinizin rahatsız olduğu konunun tamamlayıcısı olarak.
– Ben de zaten onu merak ediyorum. Filinta gibi delikanlı, gel gelelim güzel giyinmeyi hiç sevmiyor. Hatta kendine kıyafet bile almıyor.
Dayanamadım, kendisini iyi tanıyan bir giyim mağazası sahibi arkadaşım var. Ondan emaneten 3-5 gömlek, 2-3 takım elbise vs, aldım belki özenir de giyer diye.
Bana “Giyerim ama sadece düğünde bayramda. İşyerine havalı elbiselerle gitmem…” deyip şart koştu.
– Peki günlük giyim sevki nasıl?
– Çok güzel. Kendine renk ve desen uydurmayı çok becerir ama, uzun süre benzer tarzda giyinir.
– Galiba siz bizim çocuğumuz zevksiz, hayattan keyif alamayan, onun güzel görünmeyi beceremeyen birisi demek istiyorsunuz. Onda herhangi bir ruhsal sorun olup olmadığını öğrenmek veya bu konudaki endişenizin giderilmesini istiyorsunuz.
– Bir çok akranlarını görüyoruz ve onları kıskanıyorum desem yalan değil.
– Anlaşıldı.
(Delikanlı biraz sonra teşrif etti. Hep beraber bir süre sohbet ettik, çaylarımızı içtik. Annesi babası, ustalıklı bir tavırla ve mazeretle bizi baş başa bırakmayı becerdi, sonunda. Delikanlıyla işini, işyerini, merak ve heveslerini, hayattan keyif aldığı, alamadığı alanları…kısaca gözden geçirdik. Bendenize tabletinde olan ve kendisinin çektiği fotoğraflarından bazılarını gösterdi. Babası az bile söylemiş. Eli gerçekten mahir, zekası bu konuda gelişmiş birisi olduğu aşikar).
– Peki, bunları sanal dünyadaki sayfanda paylaşıyor musun ?
– Yooo. Onu asla yapmam.
– Neden?
– Babam da annem de çok ısrar etti ama elim gitmiyor onu yapmaya.
– Nedenini çok merak ettim. Özel değilse benimle paylaşır mısın?
– Herhangi bir özelliği yok bu durumun. Gayet sıradan ve son derece “insancıl” sebebi var sadece.
– Örnek verebilir misin?
– Örnek falan vermesem de direkt sebebini söylesem…
– Olur, tabi ki.
– İşin özeti şu: Bu tür yerleri gezen var, gezemeyen var. Fotoğraflarda arkadaşlarımızla kurduğumuz sofralarda gördüğünüz o yemekleri yiyen var, yiyemeyen var.
Mesela bizim sadece gezmelerde kullandığımız ve sizin de az önce çok hoşunuza giden o sıradan da olsa kıyafetleri giyen var, giyemeyen var.
Ben kimseyi bu gibi konularda özendirmek istemem. Hepsi bu.
– Bu düşünceni ailenle paylaştın mı?
– Gerek duymadım çünkü onlar bir yolunu bulup tekliflerinde ısrar etmeye devam ederler, diye düşündüm…
– ….
Evet. Bu durum, delikanlının kişisel bir tercihi. Bendeniz kendisini takdir ettim.
O tür yerlerin, yerel ya da genel yöneticileri tarafından, çeşitli kurum ve kuruluşlar tarafından yapılmış çok çok profesyonel tanıtım broşürleri var.
Böylesi yerleri gezip görmek isteyenler, günümüz teknolojisinde onlara rahatlıkla ulaşabiliyor zaten.
Dolayısıyla babası, hem bu konuda hem de kıyafet konusunda galiba biraz saplantılı düşüncelere sahip.
Sonra da;
Sanal sayfalarda üşenmeden yorulmadan her gün paylaşılan sofralar, yemekler, çiftlikler, bin bir tarz kıyafetler, evler, villalar, odalar…geldi gözümüzün önüne.
Boş, yani konusu olmadan kanepesini, koltuğunu, köşe takımını bile paylaşanlar yok mu…
Bir de bu delikanlının üç cümlesi kulaklarımızda çınlayıp durdu.
Dr. Yaşar Kuru