Yeni anneler bilir; ilk çocuğun acemiliği,
insanı çok pimpirikli yapar.
Ben de en doğrusunu yapmak konusunda çok hassastım.
Lakin yaşanacakların önüne geçmek, bazen hiç mümkün olmuyor.
Devlet hastanesi mi özel hastane mi? Hangisi iyi diye tonlarca araştırma ve düşünceden sonra, ilk doğumumu devlet hastanesinde gerçekleştirmeye karar verdim. Gerçekten zor bir süreçti.
Doktorun yanlış kararından ötürü 3 ay, yarı yatalak kalacak şekilde bir çocuk dünyaya getirdim. Çok şükür çocuğumda görünen hiçbir sıkıntı yoktu. Onun sağlığı kendi ağrılarımı unutturmuştu.
Ta ki 20 günlükken boynunda hafif bir şişlik hissedene kadar.
Her tarafını yokladım kesinlikle boynunda ki, olağanın dışında oluşan bir şişlikti.
Fazla düşünmeden soluğu doktorda aldık. Kısa bir muayeneden sonra doktor, “doğumda zorlamadan ötürü hafif bir ödem oluşmuş o kadar. Zeytin yağıyla ovun geçer” dedi.
Biraz rahatlamış olarak eve döndük. Aynen dediği gibi bir kaç hafta zeytin yağıyla ovdum. Ama nafile, gittikçe sertleşen şişlik uyumasına engel oluyordu. Ve tek tarafa yatıyordu. Diğer tarafa çeviremiyorduk.
Bir kaç kez acil girişli hastaneye gittikse de, bir ultrason görüntüsü alıp “bunda bir şey yok deyip” eve gönderdiler.
Aradan bir kaç ay geçince bebeğimin gözünün birinde, küçülme fark ettim. Artık daha fazla bekleyemeden, başka bir şehrin hastanesine gidip bebeğimi gösterdim.
Bana söylediği “çocuğunuzun yüzünde, yüz anomalisi oluşmuş. Çene ve gözü, aşırı derecede asimetrik duruyor. Getirmekte neden bu kadar geciktiniz” dedi.
Doğum geçmişini ve diğer doktorların teşhis ve tedavilerini anlatınca; bana “bu yanlışın, çocuğunuzun yüzüne mal olabilecek bir ihmal olduğunu, biraz daha gecikseydiniz ancak estetikle düzeltile bileceğini.” söyledi.
Muayene ve diğer teknik tetkikleri yaptıktan sonra üniversitede profesör olan hocasına beni yönlendirdi. Bu arada bebeğim üç aylıktı.
Hiç bir ücret almayan ve öğrencileri arasında lakabı “Deli Bedihi” olan bu doktor; bana basit bir tortikolis vakıası olduğunu, teşhis ve tedavisinin de kolay olduğunu anlattı. Uzman doktorların bunu nasıl anlayamadığını şaşkınlıkla belirtti. Ve çocuğum için yapmam gereken şeyin sadece ciddi bir egzersiz olduğunu söyledi.
Bana nasıl yapacağımı gösterdikten sonra öğrencileriyle söyleşisine devam etti.
Doktora sonsuz minnettarlıkla birlikte, (içimizde, biraz sevinç ve birazda öfkeyle birlikte) hastaneden ayrıldık.
İhmaliyle ciddi bir sorun olabilecek tortikolis’i basit bir egzersizle atlattık. Çok şükür 6 aylık egzersizden sonra bebeğim normal hale döndü.
Tam hayatımız, her gidişimizde bizi oyalayan, “ne var, niye geldin” gibi bakışlarıyla karşısında konuşmaya çekindiğimiz, es kaza diploma almış doktorların ihmaliyle, kabusa dönecekken; başka bir doktorun işine ve hastaya olan hassasiyetiyle bu kabustan kurtulduk.
Peki bebeğimin geleceğini;
- “pimpiriklikle-dikkatilik” arasında kaldığım sezgilerim mi,
- “işinin ehli ve kendisini mesleğine adamış” idealist doktorlarla karşılaşmış olmam mı,
- yoksa edilmiş sağlam bir “dua” mı? kurtardı.
Bu durumu uzunca bir zaman sorguladım.
Sorunun kısır döngüsünden kurtulup cevaba, “hepsi” diyerek yaşadıklarımın bana ne kazandırdığına odaklandım.
Ve edindiğim bu tecrübeyle aldığım karar ise;
çocuğumu, kesinlikle sezgileri güçlü, empati kurabilen, derdi kariyer değil, hangi meslek ve konumda olursa olsun; insan, doğa ve canlılara duyarlı bir birey olarak yetiştirmek.
Tek boyutlu çocuk yetiştirmek, toplumumuza faydasından daha çok zarar vereceğini ön görmemek mümkün değil.
Bunun için nesillerimizi, “duyarsızlık çöküşünden” kurtarabilmek için her anne-babanın çocuğunun fiziksel gelişimi kadar, ahlaki ve metafizik gelişimine de özen gösterip geliştirmesi birincil vazifesidir.
Gülhanım Polat