Bu yazı, bir öğrencinin öğretmenine sitemidir.
“Öğretmenim,
Benim için velime; ‘‘adam olmaz’’ demişsiniz…
Ama ne ilginç ve hazindir ki beni tanımıyorsunuz bile!
Öğretmenim, beni tanımadan, nasıl bu kanıya varabiliyorsunuz?
Ve anlayamadığım, benimle ilgili nasıl böyle kesin karar verebiliyorsunuz?
Öğretmenim, size bir şey söyleyeyim mi?
Benim adam olup olmayacağım henüz belli değil.
Ama sizin öğretmen olamadığınız kesin!
Belki de bunu söylememeliyim…
Ancak velilerimize ilk lafınız; “çocuklarınız adam olmaz,” olmuş.
Sonra velim, size usul usul yaklaşıp; “benim çocuğum da mı?” diye sorunca; önce “senin çocuğun da” demişsiniz. Sonra da; “ismi neydi?” diye sormuşsunuz.
Babam, ismimi söyleyince de; “tanımıyorum” demişsiniz.
Ayrıca “derse katılmıyor ki tanıyayım” diye de eklemişsiniz.
Öğretmenim, beni tanımadığınızı ben çok iyi biliyordum.
Dolayısıyla bunu velime söyleminiz beni hiç şaşırtmadı.
Ama sizin de bilmeniz gereken çok şey var, çok..
Haddime değil, ama bana azıcık kulak verir misiniz, öğretmenim(!)
Öncelikle bir öğrenciyi ‘ismen’ tanımalısınız.
Çünkü ismen tanımadan ‘kişilik’ olarak tanımanız mümkün değil.
Biliyor musunuz öğretmenim, yapılan bir araştırmaya göre insanların en çok hoşuna giden şeylerden birisi de, insanlara kendi ismi ile hitap edilmesiymiş.
Dolayısıyla siz, bana ismim yerine, “sen cevapla” derseniz, tabii ki beni hatırlamaz ve tanımazsınız. Ve ironik olan da yaramazlık yapanlara ilk sorunuz; ‘senin ismin neydi? diye sormanızdır.
Dahası, her insan farklı bir iklimdir. Ve farklı bir dünyadır. Zira eğitim, bireysel farklılıklara oldukça önem verir.
Ayrıca beni ismen ve şahsen tanımadan, bendeki farklılıkları, özel yeteneklerimi fark edemezsiniz. Ya da bende gizli kalmış yetenekleri keşfedemezsiniz.
Evet, hepimiz öğrenciyiz. Ama hepimiz, aynı değiliz.
Amacınız bize faydalı olmaksa, her birimizi ayrı ayrı tanıyıp, her birimizde var olan yetenekleri ortaya çıkartarak, bizleri yeteneğimize göre yönlendirebilirsiniz.
Öğretmenim anlamadıysanız, örnek verebilirim.
Bir de, keşke anlamayan varsa örnek verebilirim, deseniz.
Maalesef siz; ‘anlamayan geri zekâlılar için örnek verebilirim’ diyorsunuz.
Neyse, örneğimize geçelim. Öğretmenim, her tür ağaçtan oluşan bir ormanı düşünün. Bu ormandaki ağaçların, nasıl her birinin meyvesi, sertliği, yumuşaklığı ve işlenmesi aynı değilse, işte biz sınıfça, her birimiz de ayrı ayrı dünyalarız.
Hatta düşünün ki, bir oymacı ustası bile her ağacı aynı şekilde ve aynı kolaylıkla işleyemez.
Ağacın sertliğine ve yumuşaklığına göre şekil verir. Yani bazı ağaçlar serttir, işlenmesi zaman alabilir, bazı ağaçlar yumuşaktır, hemen işlenilebilir.
İşte bizler de tıpkı bir orman gibiyiz. Ayrıca bizler, en işlenilir zamanımızdayız. Zira ağaç yaş iken eğilir. İşte hepimiz, tam da bu kıvamdayız. Ama siz, hiç bunun farkında bile değilsiniz. Hatta bütün ilginizi bir kaç öğrenciye veriyorsunuz.
Ah öğretmenim, ah bir bilseniz, hepimizin ayrı ayrı ‘meyve’ olduğumuzu. Ve ayrı ayrı ‘tatlar’ barındırdığımızı…
Unutmayın öğretmenim, hepimiz öğrenci olsak da, hepimiz farklı kişileriz.
Hele sık sık, “ben dersimi anlatır, giderim,” demeniz… Nasıl da içime oturuyor.
Biliyor musunuz öğretmenim, babam en çok derse ‘katılmadığıma’ kızdı.
Hatta bir ton fırça attı. Ve maalesef dersinize katıldığımı, sizi can kulağı ile dinlediğimi söyledimse de velimi inandıramadım. Olsun öğretmenim, olsun..
Ha..! Bu arada ne olursa olsun “adam olmaz” demeyin, benim için.
Hatta hiçbir öğrenci için demeyin… Çünkü bu dil, bir öğrenci için çok incitici bir dil…
Öğretmenim, bütün bu anlattıklarımı uygulamak sizin için zorsa, ama lütfen bana, ‘ismim’ ile hitap eder misiniz?
Ha, bir de unutmadan hatırlatayım…
İsmim ZEKİ…
İsmimi unutmayın olur mu, canım öğretmenim…
Mehmet Şah MARHAN