İlk doğumumdan sonra panik atak hastası oldum.
Gitmediğim doktor, psikolog, hacı, hoca kalmadı.
Etrafımdakilerin ‘şu iyidir’ dediği her kapıyı çaldım.
Evde yalnız kalamadığım, kapalı mekanlarda bulunamadığım, günde 10-12 kriz geçirdiğim bi dönemdi.
Ağır ilaçlar kullandım.
Haliyle ne yavrumu emzirebildim, ne pedagojik bi anne olabildim ne güvenli bağlanabildim, ne de evladımla oyunlar oynayıp, etkinler yapabildim.
Çünkü canımın derdindeydim.
Ama sonra, tam 2,5 yıl sonra geçti rahatsızlığım.
Oturdum, çocuğumla ilişkime baktım ve bir hasar tespiti yaptım.
O yaşta sanki yavrum yeni doğmuş, ben yeni anne olmuşum gibi yaşayamadıklarımızı yaşamaya, kaçırdıklarımızı hayatımıza geçirmeye başladım.
Çünkü biliyordum; insan hayatında ‘geçti-kaçtı’ diye bir şey yok.
Telafi var, gayret var, başa sarmak var.
Geçen gün seminer sonrası bir anneyle tanıştık.
Kanser hastasıymış.
Kemoterapi alıyorum, elim ayağım kalkmıyor, çocuğumla oyun oynayamıyorum, çok üzülüyorum dedi.
Dedim ki; “Üzülmeyin. ‘Çünkü elinizde değil, çünkü şu an sizin için ‘normal’ bi zaman değil, çünkü canınızın derdindesiniz.
İnşallah tedavi olacaksınız, geçecek, işte o zaman yavrunuzla yapamadıklarınızı yapmaya başlayacaksınız…”
Yaptığım paylaşımların altına ‘Ama benim çocuğum hasta, ama ben hastanede yatıyorum, ama eşim hapiste..’ tarzı yorumlar geliyor.
Bunlar zor zamanlar, normalin dışındaki akışlar, kriz anları.
Böylesi dönemlerde elbetteki evdeki işleyişimiz ‘normal’ olmaz, olamaz.
Yeter ki bu süreçlerimiz geçtiğinde oturalım ve başa sarmaya niyet edelim.
Yeter ki boş vermeyelim ve ilişkilerimizi tamir edelim.
Haydi yeri gelmişken tüm hasta kardeşlerimiz için de dua edelim; ‘Rabbim hepimizin üstüne Şafi ismini kalkan eylesin…’
Hatice Kübra Tongar – Bağırmayan Anne