Sabah sıkkın, öylesine, dermansız uyandım. Güneş biraz gösterdi yüzünü, açıldım. Çok heyecanlandığım bir filmi izleyecektim. Bir kadının elinden çıkan, Yeşim Ustaoğlu imzalı “Tereddüt”ü…
Hayatın gündelik işleri ruhumu esir almaya çalışırken, beni kendime unutturmaya uğraşırken ve her şeyin kendimle ilgili olduğu yanılsamasına kapılmışken uyandım. “Tereddüt” beni uykumdan uyandırdı.
YARIM KALMIŞ BİR BÜYÜME HİKAYESİ: ELMAS
Ait olduğumuzu zannettiğimiz küçük dünyanın tek dünya olduğunu düşünüyoruz. En büyük dert bizim derdimiz, en aşık biziz ve tabi ki acıların en büyüğünü çekmek için biz seçilmişiz. İnsan alışandır denir ya hep, bence insan kendisine acıyandır.
O çok önemsediğimiz işlerimiz, kimliğimiz, bakış açılarımız, hayatın saf gerçeğiyle karşılaştırılınca önemini yitiriyor. İşte bende bu duyguyu uyandırdı “Tereddüt”. Tatil yapmak veya fotoğraf çekmek için gidilebilecek bir sahil kasabası, yaşı mahkemede büyütülen bir kız için lebiderya hapishaneye dönüşüyor.
Annesinin artık okumayacaksın, evleneceksin dediği o küçük kız, okul önlüğünü çıkarıp gelinlik giyiyor. Sonra kadınlık giysisi büyük geliyor bedenine. Kocasının her gece üzerine binen bedeni de ağır geliyor. Hayat ağır geliyor Elmas’a.
Elmas her gün temizlik yapıyor, çarşafları özenle düzeltiyor, kayın validesine bakıyor, yemek yapıyor. Yan baktın diye birbirlerini boğazlayan insanların dünyasında Elmas sadece 15 yaşında olmak istiyor.