Adam yeni geldiği şehirde etrafa merakla bakarak dolaşır.
Bir iş seyahati için gelmiştir buraya. Henüz geleli on dakika olduğu şehri hem tanımak hem de randevu yerini bulmak amacıyla dolaşmaktadır.
Randevusuna daha vakit olduğundan acelesi de yoktur nasıl olsa.
Yol kenarında park etmiş bir aracın yanından geçerken araçta kafasını dışarıya sarkıtmış sevimli bir çocukla karşılaşır.
Hem çocuğun başını okşamak hem de gideceği yeri sormak için eğilir:
– “Küçük, bu şehrin parkı nerede biliyor musun?” diye sorar.
– “Ben de yabancısıyım ama sanırım park sağ tarafta.” diye yanıtlar çocuk.
Adam, gülümseyerek
“Madem yabancısın parkın sağ tarafta olduğunu nereden biliyorsun?” diye sorar.
– “Çiçek kokuları, ıhlamur kokuları, çocuk sesleri o taraftan geliyor.”
Adam;
“Pekala kokusunu duyduğun bir tek ağaç, seslerini duyduğun mahallede oynayan çocuklar olabilir.” diye karşılık verir.
“Bir ıhlamur ağacından bu kadar koku gelmez. Hem bir ağacın olduğu yerde bu kadar kuş cıvıltısı ve çocuk sesi olmaz.” diye yanıtlar çocuk.
Adam çocuğun kör olduğunu anlar ve içi burkulur. Çocuktan ayrılıp çocuğun tarif ettiği yöne doğru ilerler. Köşeyi döndükten sonra kocaman bir parkın önünde bulur kendini.
Adam gözleri görmeyen bir çocuğun kendisinden daha iyi gördüğü bu hadiseyi hiç unutamaz…