Aşağıdaki mektubu yazan okurum, olumlu bir evlilik deneyiminden söz ediyor ve “evlilik bahar demektir” diyor.
Ama dikkatle okuduğunuzda, bu evliliğin kötü gidebilecek birçok tehlikeyi de bünyesinde barındırdığını görebilirsiniz.
Potansiyel olumsuzluklara rağmen sevgi dolu bir yuvaya dönüşen bu evliliğin temelindeki değerleri görmeye çalışın.
***
Bana göre evlilik, bahar demektir. Nasıl ki baharın gelmesiyle doğa gözlerini açar ve içinde sakladığı çiçek, böcek, güneş vs. bize sunarsa, işte evlilik de böyle hayatımıza gözlerini açtığı anda mutluluk, huzur, güven, saygı, aşk, evlat gibi tüm hayati değerleri bize sunar.
Herkesin bir umudu vardır… bir kaybedişi… bir de hikâyesi. Benim hikâyem de 16 yaşında evlenmemle başladı. Henüz lise ikinci sınıfa geçmiştim. Artık tamamen cehennem azabına dönen evimizdeki huzursuzluklardan kurtulmam gerekiyordu.
Ama nasıl?
O yaştaki bir çocuk için ancak birine tutunmaktı çözüm. Ben de öyle yaptım ve aile dostumuzun oğlu ile nişanlandım; ardından okulu bırakıp evlendim.
Bu kısmı tasvip etmiyorum fakat o andaki şartlar altında bunu yapmasam daha kötü sonuçlar alacaktım. Evet evlendim; çocuk gelin oldum o yaşta!
Yığınlarca sorumluluk… Maddi sıkıntılar…
Ama bunların hepsini bana unutturan eşimin sevgisi ve bana verdiği huzurdu. Ben de bunlara karşılık elimden gelen tüm fedakârlığı yapıyordum.
Biz birbirimize tutunmuştuk ve 17 yaşımda bize tutunmak isteyen yavrumla huzur dolu evimiz cennet bahçesine döndü adeta. Tek sıkıntımız maddiyattı.
Her ne kadar dert etmesem de eşim zorlanıyordu. Bir şeyler yapmalıydım, ama nasıl? Kızım daha 1 yaşındaydı, ben ise henüz 18.
Sonunda kızımla çalışabileceğim bir iş buldum: Kreşte aşçılık. Hem yemek yapmayı seviyordum hem kızım gözümün önündeydi, hem de eşimin yükünü az da olsa hafifletmiştim. Çok emek verdiğim bu iş yerinde beş yıl çalıştım ve kızım büyüdü artık.
Sonrası mı? İşte bundan sonrası tam bir efsane… Sevgili patronum bendeki ışığı görmüş olacak ki zorla beni açık liseye yazdırdı. Özlediğim kitap kokusunun hevesiyle öyle çalıştım ki derslere, iki yıl sonunda aldım diplomamı.
Ancak bu beni mutlu etmeye yetmedi. Eşimle aldığımız ortak kararla işten çıktım ve üniversite sınavına hazırlanmak için dershaneye yazıldım.
Bu süre içinde eşimin işinde de düzelmeler oldu. Bir yıllık sıkı çalışmamın sonucunda en sevdiğim bölümü, Türk Dili ve Edebiyatı’nı kazandım.
Okuma hevesim günden güne artıyordu. Eşim ise yemeğimizi, temizliğimizi yaparak, kızımızla ilgilenerek çok büyük destek oluyordu bana. Hayatım dört yıl boyunca okul ev arasında geçti.
Uykusuz gecelerim… Kitap başında sabahlamalarım… Vize final streslerim… Diğer yandan kızımı ve eşimi ihmal etmemeye çalışmalarım…
Özetle yorucu bir maratondu. Sanırım yazmaya kalksam roman olur ki bunu yapacağım mutlaka bir gün.
Vee sonuç: geçtiğimiz ay sonunda kepimi gururla atarak okulumdan mezun oldum. Üstelik bölüm birincisi ve fakülte üçüncüsü olarak. Şimdi ise hocalarımın da destekleriyle başvuracağım yüksek lisansın heyecanı içindeyim.
İşte, tutunduk biz eşimle… hayata, birbirimize ve kızıma. Evlilik hayatıma gözlerini açtığı andan itibaren saygı, sevgi, huzur her ne varsa sundu bana.
Herkes benim kadar şanslı değil biliyorum. Bu nedenle Allah’ıma binlerce şükrediyorum. Ve tabi ki koca yürekli adam, eşim… ona da sonsuz teşekkürler. Dilerim herkes doğru yolda, doğru insanlara tutunur.
***
Çocuk gelin konusu hassas bir konu.
Bu kadar erken yaşta evlenmeyi ve evlendirilmeyi onaylamam mümkün değil. Verdiğim bu örnekte küçük kızın evlendiği erkek iyi bir insan çıkıyor, ama çoğu kez şans herkese bu denli gülmüyor.
Genç kız da kendi yaşından umulmadık bir olgunlukla kocasının sevgisi ve verdiği huzuru görebilmiş ve değerini bilmiş.
Bu çiftin ilişkilerinde yaşattıkları değerleri gözlediniz mi?
‘Saygı’, ‘sevgi’, ‘huzur’, ‘şükür duygusu.’
Yaşam bir ekip işidir ve evlilikte yaşatılan değerler evliliği yuvaya dönüştürür.
Doğan Cüceloğlu
(Evlenmeden Önce / Sayfa 18 – 21)