Toplum olarak;
En başarısız olduğumuz, hatta sınıfta kaldığımız konulardan biri; çocuklarımızı “vicdan” sahibi bireyler şeklinde yetiştirme konusudur.
“Bunu nasıl beceriyoruz?” derseniz, sadece bir tek örnek verelim:
Küçük çocuğu evde bir eşyaya çarpıp kendini incittiğinde ve ağladığında, ya da dışarıda ayağı bir engele takılıp düştüğünde ve yine ağladığında; kaç anne var ki buna sebep olan eşyaya tokat atmasın?
Annenin bu tavrı çocuğa neyi öğretiyor?
Çocuk bu tür ebeveyn davranışlarına aylarca, yıllarca tanık olduktan sonra neyi öğreniyor?
Çocuk şuna kanaat getirmeye başlıyor:
– Bana verilen zarardan ben sorumlu değilim.
– Başıma gelen belaya başkaları sebep oluyor.
– Ben aslında haklıyım… Ben aslında hata yapmam.
– Uğradığım zararların, gördüğüm haksızlıkların, yaşadığım olumsuzlukların benimle, benim yetersizliğimle hiç ilgisi yok…vs.
Bu yüzden de;
Trafikte, sokakta, topluluk içinde kavgalarımız, magandalarımız pek eksik olmaz.
Zira, herkes kendini haklı görüyor, kimse kimseden kolay kolay özür dilemiyor, hatasını kabul etmiyor. Herkes, bir tür “esnek” vicdana sahip.
Evet, herkeste vicdan var ama “esnek” vicdan var. Sürekli kendini haklı gören, sürekli başkalarını suçlayan bir vicdan var.
Bu da bize gösteriyor ki;
Toplum olarak en başarılı olduğumuz konulardan biri, çocuklarımızı “esnek vicdan” sahibi olarak yetiştirme konusudur.