Bendenizde kayıtlı olmayan bir hattan ısrarla arayan telefonu açmak zorunda kaldım.
Telefonun öbür ucunda bulunan bir baba ile, ilkokul ikiye giden 8 yaşındaki çocuğu hakkında konuşmaya başladık:
– …
– Ellerinizden öper 8 yaşındaki oğlum Burak, içine çok kapanık.
– Nasıl yani?
– Hemen hemen hiç arkadaşı yok.
– Okulda da mı?
– Evet evet… Hatta evimizin civarındaki hiçbir çocukla diyalog kuramıyor.
– Ya sokakta, parkta?
– Orada da öyle maalesef.
– Yalnız mı oynar?
– Tercihi o yönde.
– Tercihi derken?
– Teşvik ediyoruz, öneriyoruz, akranlarının yanına git diyoruz, gitmiyor yani.
– Kendi oyunlarına gelenleri, katılmak isteyenleri de mi istemiyor?
– O kimseye gitmeyince ona da gelen giden olmuyor ki.
– Asosyal olduğunu mu anlatmaya çalışıyorsunuz?
– Evet evet. Bir arkadaşımın önerisiyle sizi rahatsız etmemin asıl sebebi de bu işte. Çocuğumuzu asosyallikten nasıl kurtarabiliriz?
– Onun bu hali için neler yaptınız bugüne kadar?
– Kendi açımızdan sürekli gayret gösterdik, sosyalleşmesi için çabaladık, ama olmadı.
– Peki… Siz çok sosyal bir baba mısınız?
– Ne açıdan sordunuz?
– Şöyle sorayım izninizle: Ne iş yapıyorsunuz?
– Bir fabrikada çalışıyorum.
– İş yerinizde kaç çalışan var?
– Seksen civarında.
– Onların arasında kaç arkadaşınız var?
– Hemen hemen hepsiyle görüşüyoruz, selamlaşıyoruz, konuşuyoruz.
– Orası çok doğal. Ben arkadaş sayınızı öğrenmek istedim.
– Ne açıdan?
– Şöyle açıklamaya çalışayım: Ayni işyerinde kaç yıldır çalışıyorsunuz?
– Dokuz yıl oldu. Yeni evlendiğimde çalışmaya başladım orada.
– Güzel. Çocuğunuz dünyaya geldiğinde, fabrikadaki arkadaşlarınızdan kaç kişi sizin evinize geldi?
– Ustabaşımız var Nuri bey, o geldi. İki de çalışanlardan.
– Aileleri ile mi?
– Yok, yalnız geldiler.
– Siz herhangi bir mesai arkadaşınızın evine bu amaçla hiç gittiniz mi?
– Sadece biri hariç, gitmedim ne yalan söyleyeyim.
– Dokuz yıl süre zarfında hastalanıp rapor alarak evde istirahat ettiğiniz hiç oldu mu?
– Saymadım ama, 6-7 kez oldu galiba.
– Çalıştığınız işyerinden evinize size geçmiş olsuna kimler geldi?
– Pek gelen olmadı.
– O zaman siz de o amaçla hiçbir arkadaşınızı evinde ziyaret etmediniz, diyebilir miyiz?
– Eh…
– Eviniz apartman dairesi mi, yoksa bağımsız bir evde mi oturuyorsunuz?
– Dairede oturuyoruz. 12 katlı bloğun 4. Katındayız.
– Sitede yani?
– Tabi, ayni site içinde 6 blok var. Her bloğun her katında 4 daire bulunuyor.
– Yani sizin oturduğunuz katta 3 komşunuz mu var?
– Evet.
– Komşularınızla hangi sıklıkta ailece görüşürsünüz?
– Bizim kattakilerle değil ama, 1. Katta bir komşumuz var, yaklaşık 2 ayda bir birbirimize çay içimi gidip geliriz.
– Anladığım kadarıyla, oturduğunuz binada 48 komşunuz var ve sizin aile olarak hiç arkadaşınız yok.
– Maalesef. Ama herkesin mazereti var. Kimi gece çalışır. Kimi esnaftır eve geç gelir. Kiminin çocukları yok, kiminin hastası var, falan.
– Olsun. Bunların hiçbiri komşuluk ilişkilerine engel teşkil eden mazeretler değil.
– …
– Güzel kardeşim, şimdi sizin sorunuzu yanıtlamaya çalışayım izninizle.
Şöyle ki;
Çocuk, arkadaş edinmeyi de,
Arkadaşlarıyla oynamanın ilkelerini de,
Akranlarıyla uyum sağlayabilmeyi de,
Sosyalleşmeyi de, birilerinden görerek öğrenir. O birileri de önce annesi, babasıdır. Ailesidir.
Yıllardır ailesinin yalnızlığına, ıssızlığına, kendi başına kalmışlığına tanık olan bir çocuktan siz nasıl olur da sosyalleşmeyi bekleyebilirsiniz?
Önce anne baba, sonra aile, sosyalleşmeyi öğrenmelidir.
Bu konuda son sıra çocuğundur.
Oysa siz, arkadaşlığın, kaynaşmanın, birlikte olmanın “tadını” tattırmadığınız çocuğunuzdan, sosyalleşmesini, arkadaşlarının olmasını, diğer çocuklarla kaynaşmasını bekliyorsunuz.