“…Henüz üniversitede öğrenciyken ağlayan çocukları ve onları susturmaya çalışmayan anneleri gördükçe, onları nasıl eleştirdiğimi hatırlıyorum.
Okulda çocuk gelişimi ve eğitimi derslerinde öğretilen her doğrunun aynı hızla pratiğe döküleceğini filan zannediyorsunuz.
Sanki ortada bir havuz problemi var ve verilenleri girince hemen sonuç alabiliyormuşsunuz gibi…
“Sınır koymamış annesi, çocuk sınırını bilse hiç sürünür mü böyle markette yerlerde?”
“Tabii canııımm Freud der ki…”
Allah’tan çocuklarla çalışmaya başlar başlamaz, kitaplarda yazılan her doğrunun, uzmanların her sözünün, her çocuğa ve duruma uymadığını fark ettim.
Kınamış oldum bir kere ya, yaşamadan ölmek olmazdı.
Anne olunca, fark ettiğimin de ötesinde yaşanmışlıklar olabileceğini deneyimledim.
Her kadının sabır ve tahammülünün aynı olamayacağını, birinin günde dört-beş saat uykuyla yetinebilirken, ötekinin gece boyu iki kez çocuğunun uyanmasında zorlanabildiğini gördüm.
Çünkü aynı değildi hepsinin geçmiş yaşantısı, acıları, imtihanları ve hayat şartları.
Ertesi gün çocuğuna nasıl bez alacağını düşünerek strese giren bir anne ile bunu bir kez bile kaygı etmek zorunda kalmamış bir annenin tahammül heybesi aynı olamazdı.
Eşi bir kez olsun çocuğun bakımını üstlenmemiş, kadına bir nefes arası vermemiş bir anne ile, sorumluluklar baba ile eşit bölüşülmüş bir evdeki annenin sabır heybesi hiç denk olur muydu?
Bu ülkedeki herkes yatılı yardımcı, anneanne, babaanne, eş ve maaile desteği ile çocuk büyütecek kadar şanslı olamayabiliyor.
O yüzden bir kadının tahammülsüzlüğünü eleştirmeden önce onun sırtındaki yükleri yüklenip sonra bol keseden atmak gerektiğini düşünüyorum, mecalimiz kalırsa…”
Funda Uçuk Er
‘Annelik En Güzel Delilik’ kitabından…